Heidegger'in Naziliği
1933'ten 1945'e kadar NSDAP'ın aidat ödeyen üyesi (kayıt numarası 312589, Gau Baden); Hitler'in Almanya'nın Milletler Cemiyeti'nden ayrılması kararının kabul edilmesini teşvik etmek için ulusal radyoda konuşma yapan biri, Hitler ve Nazi devriminin önde gelen propagandacısı; öğrencilerine "Teoriler ve 'fikirler' varlığınızın kuralı olmasın. Bizzat Führer ve yalnızca o bugün ve gelecekte Almanya'nın gerçekliği ve kuralıdır" diyen ve bir meslektaşına "Birey, yeri neresi olursa olsun, hiç bir şeydir. Devlet'inde halkımızın yazgısı her şeydir" diye yazan (Nisan 1933'ten Nisan 1934'e kadar) Freiburg Üniversitesi'nin rektörü. Sözde, Nazilerin gözünden düşmeye başladıktan sonra bile, "Nasyonal Sosyalizm'in deruni hakikati ve büyüklüğü"nü savunmaya devam eden Heidegger'dir bu. Weimar Cumhuriyeti'nin parti sistemini hakir gören, Homer'den (İliad II, 204) "Çokluğun yönetimi iyi değildir; tek yönetici olsun, tek bir kral" alıntısını yapmaktan hoşlanan ve görünüşe göre bu arzusunu elde eden Heidegger. Nazi çöküntüsünden yıllar sonra, Almanya'nın siyasal kurumlarının "demokratikleştirilmiş geri kalması" suçlamasında bulunmuş ve demokrasinin modern çağın en iyi siyasal sistemi olduğuna kani olmadığını söylemiştir. 1974'te arkadaşı Heinrich Petzet'ye "Avrupamız demokrasiyle aşağıdan yönetiliyor" diye yazmıştır.
Sayfa 11
3 Mart 1924 tarihinde TBMM'nde olup bitenler; hilafetin ilgası, tevhid-i tedrisat ve din işlerinin idaresinin bakanlık düzeyinden başkanlık, Diyanet İşleri Başkanlığı seviyesine indirilmesi elbette radikal kırılmalar ve beklenmeyen, sarsıcı, şaşırtıcı düzenlemelerdir. O kadar ki Lozan Konferansı görüşmeleri masasına oturuncaya kadar Cumhuriyeti kuran kadronun aklından geçtikleri de çok şüphelidir. Onlar olsa olsa Osmanlı modernleşmesini ve İttihat ve Terakki fikriyatını takiben daha kendi kontrolleri altında bir halife ve daha mânevî bir hilafet kurumu arayabilirlerdi/arıyorlardı. Nitekim son halifeyi kendileri, Ankara Meclis'i seçmişti. Milli Mücadele'nin ana söyleminin hilafetçi ve panislamist bir muhtevaya sahip olduğunu hatırlamak, Birinci Meclis'in insan unsuru fotoğrafına veya fikir yapısına, icraatına, zabıtlarına bakmak, 1919-1923 yılları arasındaki matbuatın dili ve ana istikametlerine göz gezdirmek bile büyük kırılmanın ciddiyeti hakkında birçok şeyi görmeyi ve anlamayı mümkün kılabilir.
Reklam
Sözde Soykırımı Tanıyan Papalık Bildirisinin Mürekkebi Bile Kurumadan
Bunlar gibi sıralanabilecek binlerce örneğin oluşturdu-ğu kervana skandal sayılabilecek bir gelişmeye imza atmak suretiyle T.C. Kültür Bakanlığı da katılmış bulunuyor. Hıristiyanlığın doktrineri Aziz Pavlus'un tıpkıbasımı, misyoner, Anadolu'yu 1919'da yayınladığı bir haritada "Deutschland" olarak gösteren ve Alman idealerine hizmet eden " çok gizli" bir yeraltı örgütü "Thule Gesellchaft" üyesi Angelo Giuseppe Roncalli, nam-ı diğer Papa 23. Jean için 8-9-10 Aralık 2000 tarihlerinde, üç gün sürecek bir Anma Programı düzenliyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin resmi kurumu Kültür Bakan-lığı bu programı hem de Türkiye'ye 30 bin can ile 100 milyar dolar gibi çok ağır bir fatura ödeten bölücü terör örgütü PKK ve terörist başı Apo'ya Vatikan'ın açıktan destek vermiş
Hapishane Şarkısı
Başın öne eğilmesin, Aldırma gönül, aldırma; Ağladığın duyulmasın, Aldırma gönül, aldırma... Dışarda deli dalgalar Gelip duvarları yalar; Seni bu sesler oyalar, Aldırma gönül, aldırma... Sabahattin Ali'nin 1933 senesinde denize sıfır Sinop Cezaevinde yazmış olduğu şiiri. Okudukça Sabahattin Ali gibi çok değerli bir yazarımızın Bulgaristan sınırında, sopayla hunharca dövülerek öldürülmesi ve şu an mezarının bile nerede olduğunun bilinmemesi geliyor aklıma... Bu topraklardan böyle bir yazar geçti, bir mezarı bile çok gördüler.
Sayfa 40 - Sabahattin AliKitabı okudu
Dünya tersine dönüyor sanki ve yapılacak çok iş var. Bense mutsuz olacak ve acı çekeceğim. Çünkü insana bahşedilecek bir hakikat yok, ki hakikati seven ben bile kendiminkinden emin olamadan acı çekeceğim.
Sayfa 125 - Timaş yayınlarıKitabı okudu
II. Mahmud, Nizip bozgununu öğrenmeden, 1839 yılı Temmuz'unun ilk gününün ilk saatlerinde öldü. Bir iki gün önce haberi İstanbul'a gelen bozgun, ölüm döşeğinde bulunan hükümdardan saklanmıştı. 53 yaşını 11 ay ve 12 gün geçe ölen II. Mahmud, bir müddetten beri veremden muzdaripti. Devamlı iç ve dış gaile ve felaketler içinde geçen hayatı boyunca, bir an bile ümitsizliğe kapılmamış ve enerjik tutumunu kaybetmemiş, karar ve hüküm kabiliyetini yitirmemişti. Böyle bir hayat sonunda verem olduğu söylenmektedir.
Reklam
1.000 öğeden 251 ile 260 arasındakiler gösteriliyor.