Siyasi ve içtimai olaylar, iman ve iradenin eserleridir ve öyle okutulmalıdır. Devletimizin kurucusu Osman Bey'i tanımak için en bas müşahhas olay olarak, Anadolu'ya geldikleri zaman misa fir oldukları evde, Allah Kitabı önünde yatıp uyumayarak sabaha kadar huzurunda ayakta durduklarını söylemek yeter ders değil midir?
Hüdavendigâr'ın yaralı düşmana bile su vermek emeli ile Allah'a yaranmak istediği anda şehit edildiğini mânalandırmak, din ile ahlâkın kucaklaştığı ulvi bir anın tesbiti demek olmaz mı?
Yine, Osman Bey'in oğluna nasihatı gibi II. Murad'ın vasiyetnamesi de, çocuklarımızı Allah ve insan sevgisi ile dolduracak muhteşem ve eşsiz vesikalardır. Fatih'in, tarihte devir açacak fethi yaparken Hacı Bayram'ın müridi olan şeyhi Ak Şemseddin'e danışması ve istiharenin müjdesiyle bu büyük harekete girişmesi, eşi tarihte görülmüş bir iman hareketi Yavuz Selim'in sırf vatan sevdasıyla henüz kanlanan kılıcı elinde kurumadan, İbni Kemal'in atının ayağından kendi üzerine sıçrayan çamuru şeref bilerek, hürmetle onu çıkarıp da kaftancı başıya verirken; "Bunu tabutuma örtünüz. Zira ulemanın atının ayağından sıçrayan çamur dahi bizim için şereftir" deyişi cihan tarihinde görülmemiş ve belki de görülmeyecek bir ilim ve ahlâk harikası sayılmaz mı?
Efes'i ziyaretten önce gençlerimize Yavuz Selim'in türbesini ziyaret ettirip de beşyüz yıllık ilim aşkıyla hürmeti tanıtan dinin sevdasını anlatmak kimsenin aklına gelmiyor. Nerede böyle Allah'a yönelen ahlâk müzesi vardır? Serapa abideleşen insan varlığı ile dopdolu bir tarihimiz var iken, devrimler vapıp da kendimizi aramaktan korkumuz, ahlâkî bir gerileyiş, bir iflâs değil de nedir?