"Ya ben sana ne diyeceğim? Zeze mi?" "Rica ederim. Zeze yok artık. Geçmişteki budala çocuktu o. Bir sokak çocuğu adıydı... Şimdi çok değiştim. Terbiyeli, kibar bir çocuğum ben..." "Ve hüzünlü. Özellikle hüzünlü. Belki de yeryüzünün en hüzünlü çocuklarından biri, değil mi?" "Biliyorum." "Yeniden Zeze olmak ister miydin?" "Hayatta hiçbir şeyi geri gelmez. Bir bakıma, isterdim. Bir bakıma da, hayır. O sürekli dayak yeme ve aç kalma hikâyesi..." Hep peşimden gelmek isteyen o eski acıyı anımsıyordum. Yeniden Zeze olmak, bir şekerportakalı fidanı edinmek, Portuga'yı yine yitirmek mi? "İtiraf et gerçeği. O sıralar, uzun süreden beri duymadığın bir şeyin vardı. Minimini ve çok iyi bir şey: Sevgi." Cesaretim kırılmış olarak başımla onayladım. "Her şey yitirilmiş sayılmaz. Hâlâ birtakım şeylere olan sevgin duruyor..."
Yalnızca sevilmişler sevebilir. Çocuk, yaşadığını unutabilir ama hissettiğini unutmaz.
Reklam
Bu toplumda sağlıklı birey yetişmez. Adem Hoca da bunun farkında anlaşılan..
Duyarsız bir toplum içerisinde duyarlı çocuk yetiştirmek, başka çocuklara yem yetiştirmektir... Bazı anne babalar çocuklarına nezaketi, zarafeti, dürüstlüğü bir erdem olarak kazandırmaya çalışırken, diğerleri duyarsızlığı, kabadayılığı, cingöz olmayı bir marifet olarak öğretiyorsa; duyarlıca yetişen çocuklar digerlerinin oyuncağı olmaktan kurtulumaz... Bundandır ki, bir çocuğa kötü davranan yetişkin sadece kendi çocuğuna değil, bütün bir topluma zarar verir. Kendi çocuğuna şiddet uygulayan bir ebeveyn, o toplumda şiddet eğilimli bir çocuk yetiştirdiği için, herkesi ilgilendirir. "Benim çocuğum değil mi, ister severim, ister döverim" sözü hem çocuğa, hem de bütün bir topluma saygısızlıktır. Çocuğun hem duyguları, hem de bedeni üzerinde tasarrufta bulunmak, "Eti senin kemiği benim" diye öğretmene çocuk teslim etmek, bir insanlık ayıbıdır. Hiçbir çocuğun ne eti ne de kemiği bir başkasına "istediğin gibi kullan" diye hoyratça teslim edilecek değersizlikte değildir. Et de çocuğundur, kemik de...
"Peki ben sana nasıl sesleneyim? Zezè mi diyeyim?" "Lütfen, Zezè yok artık. O budalanın tekiydi, geçmişte kaldı. Bir sokak çocuğu adıydı. Ben çok değiştim. Gayet terbiyeli, uslu bir çocuğum ben." "Ve hüzünlü. Hepsinden öte, hüzünlü. Hatta belki de dünyanın en hüzünlü çocuklarından biri, ne dersin?" "Biliyorum." " Yeniden Zezè olmak ister miydin?" "Hayatta hiçbir şey geri dönmez. Bir yanım istiyor. Bir yanım istemiyor. Durmadan dayak yemesi, aç kalması var..."
İbrahim Bin Ethem'in hikayesine benziyor.
"Bir zamanlar Bağdat'ta kendi halinde yaşayan bir adam varmış. Sağlığı yerinde, varsıl, mutlu bir evlilik süren bir adam. Tek dileği bir evladının olmasıymış. Ama bir türlü çocuğu olmuyormuş. Doktorlara gitmiş, büyücülere taşınmış, adaklar adamış, yok, zavallı adamcağızın hanımı bir türlü hamile kalamıyormuş. Tam umudunu kestiği sırada gezgin
Sayfa 409Kitabı okudu
~Hz.Yusuf ve simitçi~
“Sultan günlerin birinde sarayın kapısından dışarı bakarken “Simitçi!” Diye bağıran adam görür. Bu adamı şimdiye dek her zaman orada görmüştür. ‘Bu adam ekmeğinin peşinde.’ Der ve adamı çağırttırır yanına. Adam yanına gelir Sedat, simitçi huzuruna çıkar,”Buyurun sultanım.”der. Sultan simitçiye sorar. ‘Günde kaç simit satıyorsun?’ ‘Yüz simit
Sayfa 113 - olimpos
Reklam
136 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.