Her zaman 'kitapların büyülü bir tarafları vardır,' demişimdir. Her kitapta olmasa da bazılarında sizi büyüleyen yanlar olduğu gibi, tamamiyle büyüsüne kapıldıklarınız da vardır. Bu kitapta bana göre onlardan biri. Şöyle ki, ilk okumaya başladığım zaman, hele ki Oblomov'un rüyasının anlatıldığı kısımda, kitap beni büyüledi. 'Aşık olmak' anlamında değil, sanki tılsım yolladı. Böyle bir rehavet, bir tembellik çöktü içime. Neredeyse Oblomovluğum tuttu diyebilirim. İnanın abartmıyorum. Sanırım fazla kaptırdım kendimi; okumadım, yaşadım galiba.
Okuyanlar bilir, okumayanlar için ufak bir açıklama yapayım. Kitabımızın baş karakteri kitaba ismini veren Oblomov. Zengin bir çiftçinin oğlu olan Oblomov, daldılar ile el üstünde büyütülüyor. Hiçbir iş yapmasına olanak verilmeden, ayakkabısını dahi kendi giymeden yetiştriliyor. Üstelik çiftlik sahibi, ailesi, misafirleri de tüm gün yemek içmek ve çevreyi gezmek dışında bir şey yapmıyor. Küçük Oblomov büyüyüp, kente çalışmaya gidince, iş hayatını kaldıramayıp istifa ediyor ve ailesinin yolundan devam ediyor. Tüm gün yiyor, uyuyor, düşünüyor, dinleniyor. Arkadaşının deyimi ile 'Oblomovluk' yapıyor.
Konuyu daha da uzatıp, kitabı anlatmak istemiyorum ama Oblomov'un aşka düşünce, parasız kalınca ve tutku karşısında tepkilerini, yaşadıklarını okumayı çok sevdiğimi söylemek istiyorum.
Kitabın sayfa sayısı fazla ama başlardaki rehaveti saymazsak, çok akıcı ilerliyor. Yazarın kalemi de çok güçlü betimlemeleri uzun olmasına rağmen çekici, insan tahlilleri de oldukça ilginç.
Ben beğenerek okudum ve kesinlikle tavsiye ediyorum.