Ecevit sonra fikir değiştiriyor.Darbecileri kusursuz buluyor.Mücadelecileri gözdağı veriyor.Orduyu karşına almak istemiyor.Kusuru eski siyasetçilerde buluyor.Eylülcülerin gündeminde olan
Pişmanlık yasasının,daha önce çıkarılmamış olmasını sorumjuğunun
Demirel Hükümetine ait olduğunu açıklıyor. Demirel Hükümetini,daha sonra Anarşi Paketinden pişmanlık
Yasa Tasarımı MHP’nın baskısıyla çı.
rılmış olduğunu söylüyor.Ecevit,hem pişmanlık yasasının öncülüğünün kendilerine ait olduğunu dile getiriyor,
Hemde cuntaya akıl hocalığı yapıyor.
Eylül rejimi,Ecevitlerin-Demirellerin görüntüsünü çıkarıyor.
Müslümanları içinde bulundukları fikrî ve siyasi çöküntüden kurtarma gayesi ile herhangi bir siyasi partileşmenin kurulmadığı ve bunun için çalışılmadığı da görüldü. Daha sonra sınırlandırılmış bir hedefi olan, sarih ve anlaşılır bir İslâmi metodu olan fikre ulaşıldı. Bu fikrin hayat bulması için Takiyyuddîn en-Nebhânî ve arkadaşları [Allah onlardan razı olsun) Hizb-ut Tahrir'i kurarak partisel bir bağ oluşturdular. Bu temelden hareketle Hizb-ut Tahrir, amacını İslâmi hayatı yeniden başlatmak ve Râşidî Hilâfet Devleti'ni kurmak için İslâmi daveti yüklenme ilkesi ile sınırlandırdı. Ümmet içerisinde de bu amaca ulaşmak için çalışmalarına başladı.
***
Peki biz dimdik, dümdüz, dosdoğru insanlar mıyız? İşyerimizde, sokakta, evde nasılız? Dürüst müyüz, yoksa sahtekâr mı? Bir yüzümüz mü var iki mi, daha çok mu?
***
Müslümanlar, yüzyılın başında tüm varlıklarını derinden sarsan, ülkelerini paramparça eden, toplumlarını fırkalara ayıran, Hilâfet Devleti'ni ortadan kaldıran çok şiddetli bir sarsıntı geçirdiler. Bu sarsıntı sonucu İslâm; hayat, devlet ve toplum üzerinde uygulama sahasından uzaklaştırıldı. Müslümanlar ruhlarını kaybederek âdeta cesetler hâline geldiler. Hilafet Devleti yıkıldıktan sonra İslâm Devleti yeni oluşumlarla küçük devletçiklere bölündü. Bu devletçikler önce doğrudan doğruya küfür devletlerinin boyunduruğuna girdiler. Daha sonra kâfir devletlerle işbirliği hâlindeki Müslüman kökenli ajanların yönetimine geçtiler. Sonuçta bütün İslâm beldelerinde küfür rejimleri eliyle küfür hükümleri uygulanmaya başlandı.
"..Dünya, lezzet ve acılarıyla, keyif ve sefalarıyla, vebal ve günahlarıyla öyle ağır bir yüktür ki, ruhu bozulmuş, kalbi hastalanmış kimseler haricinde kimse o ağır yükünün altına girmez, girmek istemez. Bütün kainatın sorumluluğunu üzerine alıp, her şeyin minneti altına girip, bütün acılar ve vesileler karşısında dilenmektense, tek bir Rabbe, her şeyi işiten, gören ve her şeye gücü yeten bir varlığa sığınmak daha kolay, daha lezzetli ve daha anlamlıdır.."