Türk Mektupları
Yabancı bir elçi Devlet-i Aliyye topraklarına, Devlet-i Aliyye'nin kudretli padişahı kanuni Sultan Süleyman ile görüşmeye gelir. Yolda başından geçen olayları ve gözlemlerini mektup şeklinde ailesine yazar. Kitap bu mektuplardan oluşur ve dört mektup (yani dört bölümdür) mektuplar normal olarak kahraman bakış açısı ile yazılmış kitap haline getiren ve çeviren bu durumu bozmadığı için harika bir eser olmuş sanki mektuplar bize gelmiş de biz okuyor gibi hissediyoruz. Elçinin gelmesi zaman dilimi olarak şehzade Mustafa'nın katline denk gelir ve o acı olayı detaylıca anlatır. Payitahta geldikten sonra Kanuni ile görüşmek için nasıl Amasya civarına gittiğini, kendisine ve mahiyetine nasıl davranıldığını, ordugahı, askerin moral ve motivasyonuna kadar detaylı bir şekilde aktarır. Ülkenin haberleşme sistemi, yabancı tüccar ve yolcuların nerelerde ne şartlarda konakladığını hayranlık ile anlatır. Türk hanlarını o kadar beğenir ki " Sanki bir kraliyet sarayında ağırlandım " Diye açıklar. Ama genel anlamda bir Türk kini kitap boyunca mevcuttur. Arka arkaya iki yabancı yazarın hatıralarını okumak ve yapılan haksız eleştiriler bazen sinir bozuldu. Benim en çok şaşırıp takdir ettiğim yer ise Osmanlı halkının ev ve kıyaget yönünden sadece ve gösterişsiz oluşunu hayranlık ile anlatması oldu.
Okunmalı hatta kesinlikle olunmalıdır.
Bu kitabı okuduktan sonra bir de yurt dışı kaynaklarına baktım doğru söylüyor. Şiddetle tavsiye ederim iyi okumar.
Türk MektuplarıOgier Ghiselin De Busbecq · İş Bankası Kültür Yayınları · 2011297 okunma
Türkiye'de suç dünyası ile siyaset ve bürokrasinin derin bağlantıları olduğu tarihsel bir gerçek. Devlet içindeki kirli unsurlar, hukuk dışı ekonomik sistemden, kara paradan her zaman beslendi.
683 yılında doğan Bilge, kendisinden önceki devlet adamları gibi Çin esareti görmediği için şanslı idi. 691 'de babası öldüğünde yaşı çok küçük olduğu için kağan olamadı. Ancak, 697'de Tarduş halkı üzerine Şad tayin edildi. Bölgesi Al tay Dağları'nın güney eteklerinin batısında, İrtiş ırmağı civarıydı. 716 yılına kadar doğuda Sarı
Türk Mektupları – Ghiselin de Busbecq
Bu kitabı farklı kaynaklardan duyar ve merak ederdim. Bir Avrupalının gözünde Osmanlı 1500’lü yıllarda nasıl görünüyordu sorusunun yanıtlarını içeriyor. Bir elçi olarak İstanbul’a gelen yazar uzunca bir süre boyunca İstanbul’da kalıyor.
İlk önce şunu belirtmek gerekir ki hiçbir Avrupalı Osmanlılara,
Lev Nikolayeviç Tolstoy (1828-1910): Savaş ve Barış, Diriliş ve Kreutzer Sonat'ın büyük yazarı, sadece toplumsal olayları değil, bireyin duygularını da olağanüstü tasvir yeteneğiyle aktarmıştır. Yazar, en ünlü eserlerinden biri olan Anna Karenina'da evlilik, aşk ve ölüm konularını derin bir gözlem gücüyle ele almış, muhteşem edebi dehasıyla işlemiştir. 1875-1877 yılları arasında Ruskiy Vestnik dergisinde tefrika edilen romanın ilk baskısı 1878'de yapılmıştır.
Pek çok yazar ve eleştirmen Anna Karenina'yı gelmiş geçmiş en büyük roman saymaktadır. Tolstoy'un bu büyük eseri birçok kez sinemaya da uyarlanmıştır. Anna Karenina, 19. yüzyıl Rus toplumunun ruhsal dalgalanmalarına çarpıcı bir aşk ve ihanet anlatısıyla ışık tutan bir başyapıt.
Güzelliği ve nezaketiyle çevresinde hayranlık uyandıran Anna Karenina’nın mutsuz ve monoton bir evliliği vardır. Üst düzey bir devlet memuru olan Aleksey Aleksandroviç ile evliliğinde tek tesellisi oğludur. Ağabeyi ile yengesinin aralarını düzeltmek için gittiği Moskova’da yakışıklı ve genç kont Vronski ile tanışması, Anna’nın hayatında dönüm noktası olur. Tolstoy, Anna Karenina’da sıradışı bir gözlem gücü ile aşk, evlilik, ihanet gibi temaların izini sürerken roman sanatına yepyeni ve uzun soluklu bir boyut katar. Modern dünya edebiyatının otoritelerince gelmiş geçmiş en iyi romanlardan biri olarak kabul edilen Anna Karenina, güncelliğini daima koruyacak bir eser.
“Anna Karenina dünya edebiyatındaki en büyük aşk hikâyelerinden biri. Tolstoy’un kusursuz üslûbunun büyüsü her sayfada hissediliyor.”
VLADIMIR NABOKOV
Anna KareninaLev Tolstoy · Türkiye İş Bankası Yayınları · 201939,2bin okunma
KÖYLÜLERİ NİÇİN ÖLDÜRMELİYİZ
Çünkü onlar ağır kanlı adamlardır
Değişen bir dünyaya karşı
Kerpiç duvarlar gibi katı
Çakır dikenleri gibi susuz
Kayıtsızca direnerek yaşarlar.
Aptal, kaba ve kurnazdırlar.
İnanarak ve kolayca yalan söylerler.
Paraları olsa da
Yoksul görünmek gibi bir hünerleri vardır.
Her şeyi hafife alır ve herkese
Birçokları anlamayacak olsa da anlatmak zorunda olduğumuz, gecemizi gündüzümüze katarak insanlara hatırlatmakla yükümlü olduğumuz şeyler var. Her ne kadar menfi duyguların coştuğu bir hengâmda, akıl ve analiz gözden düşse de bir okuyan, bir lahza olsun üzerine düşünen birileri olur diye anlatmamız gereken şeyler var. Zira menfi galeyan, tarih
Mustafa Kemal Atatürk'ün Söylediği 75 Söz | Atatürk Sözleri ve Anlamları
Cumhuriyetimizin kurucusu, başöğretmenimiz Mustafa Kemal Atatürk, yaşam şekli ve üstlendiği görevleri gereği çok yönlü bir liderdi. Verdiği demeçler, söylediği sözler, aktardıkları ve daha nicesi hayatın her alanında önemli tavsiye, fikirler ve sözleri içeriyor. Spor,
Bu müthiş tragedya için yazılacak bir inceleme yazısı yine Sophokles'in papirüsünden dökülen alıntılarla olsun istedim.
İşte bu harika tragedya oyunundan alıntıladığım bazı bölümler;
<<Çünkü insanoğlunun hiçbir icadı para kadar fesat verici değildir. Ülkeleri harap ve yerle bir eden odur; düzenbazlığı öğreterek mertliği bozar ve
Cehennem Vadisi kitabının yorumu ile geldim
Nisan ayının sonuna doğru gelirken polisiye okumazsam olmazdı. Yerli polisiye ile sizlerleyim.
°•Diyarbakır'ın Bağlar ilçesinde yirmi altı yaşındaki Mehmet Kaya altı kişinin silahlı saldırısını uğrar ve ölür. Sefa isimli polis müfettişi, arkadaşı Hüseyin ile beraber Diyarbakır'daki silahlı saldırıyı incelemek için görevlendirilir. Diyarbakır’a olay yerine geldiklerinde Emniyet Müdürü (Merhum) Gaffar Okkan gözlerinin önünde şehit edilir ve Sefa kaçırılır ve Hüseyin sağ kurtulur. Olay sonrasında CIA ajanı Elizabeth ile beraber Amerika'ya giden Hüseyin, İkiz Kuleler saldırısının planlanmasına ve bombalanması şahit olur. Hüseyin ABD Başkan'ı ile görüşmeler yapar ve kaçırılan Sefa’nın nerede olduğuna dair bilgiler edinmeye çalışır. Bu arada Güneydoğu'da işler iyice kızışır. Şemdinli'de olaylar büyür, bir kitapçı bombalanır.
°•İkili işlerin iyice karıştığı Güneydoğu'da tekrar bir araya gelebilecek mi ? Türkiye'nin başındaki bu kara bulutları dağıtabilecekler mi?
Gerçekle kurgunun bir arada olduğu sürükleyici bir polisiye romandı. Ayrıca Şehit Emniyet Müdürü Gaffar Okkan'ı, dış mihraklar, ikiz kuleler, derin devlet gibi konular işlenmiş.
Yazarımızın kalemine sağlık.
Kitap ile ilgili düşüncelerinizi yorum bırakabilirsiniz
Okumayı ihmal etmeyin
"Fetö, devlet aklının bu derin tasavvufi yapılanmasına karşı bir rövanş olarak da öne çıktı. Mesela Mahmud Esad Coşan'ın şüpheli görünen ve görmek isteyenler için de apaçık bir suikast olan ölümünde Fetö'nün elinin olduğu aşikâr. Bunu bir tek ben söylemiyorum. Genelkurmay eski istihbarat başkanı İsmail Hakkı Pekin de söylüyor. İskenderpaşa Cemaati, yani Zahit Kotku ve devamı olan Mahmud Esad Coşan, Fetö'nün önünü kesebilecek isimlerdi. Ama buna fırsat verilmeden Mahmud Esad Coşan'ın defteri kapatılıyor ve hem diğer tarikatlara gözdağı veriliyor hem de derinlerdeki savaşta önemli bir rest çekiliyor."
Mesela 2002 seçimleri de öyleydi. O gün Ak Parti seçimden net bir zaferle çıkmış gibi görünse de gözden kaçan bir nokta vardı, o da Tansu Çiller'in partisinin 30 bin eksik oyu olmasıydı. Eğer buna itiraz etseydi meclise girme ihtimali yüksekti. 160 bin sandık vardı. Hepsinden bir tane oy çıksa bile kazanırdı, ama itiraz etmedi. Etmediği gibi bir de istifa etti. Peki, neden istifa etti? Halbuki oyları daha az olanlar itiraz ediyorlardı. Tansu Çiller itiraz etmeyince, Erdoğan güçlü bir şekilde meclise girdi. Bu durum çok ilginç sorular uyandırıyor insanda. Partilerin sadece isimlerden ibaret olduklarını, perde arkasında partiler üstü bir akıl olduğunu düşünmeye başlıyor insan."
Kitleden bir millet, milletten bir devlet yaratmak, hakiki siyasetin sahip olabileceği en derin anlam olagelmiştir. [...] Devlet adamı aynı zamanda bir sanatçıdır ve bir heykeltraş için ham taş neyse millet de lider için odur. Liderle kitle arasındaki ilişki ressam ve renk arasındaki ilişki kadar doğal ve sorunsuzdur.
~
Örneğin 2. bölümde tanıştığımız hekim Hervey Cleckley, 1941'de yazdığı klasik The Mask of Sanity kitabında psikopatlığın ilk klinik tanımlarından birini şöyle veriyor:
Psikopat küçük bir gruba, belirli bir kuruluşa veya bazı ideolojilere karşı çıkan biri değildir; o insan yaşamının kendisine karşı çıkar. Onda derin anlam veya ilham verici bir yön görmez, yalnızca bazı geçici ve acınası hevesler, durmadan tekrar eden küçük çaplı düş kırıklıkları ve can sıkıntısı görür... Çoğu yeniyetme, ermiş, tarih yazan devlet adamı ve diğer kayda değer liderler ve dâhiler gibi huzursuzluk içindedir: ortadaki durumla ilgili bir şeyler yapmak istemektedir.
Harrington ayrıca Normal Mailer'dan alıntı yapıyor: "[Psikopatın] sergilediği acımasızlık, seçkin sınıfın potansiyel acımasızlığının sınırları dahilindedir... Ölümün barındırdığı olasılıklara dair iç deneyimleri onun mantığına yön verir. Bu, varoluşçu için de böyledir. Ve ermiş ve boğa güreşçisi ve âşık için de."