Galiba emanet edilecek bir sırrı, emniyet edecek en son bir sözü vardı.
Fakat kime söylemeli? Nehir merhametsiz! Ağaçlar hissiz! Bulutların arasında büsbütün kurtulmaya çalışarak ışık yayan ay kayıtsız!
Üzerinde ışık saçan ayın donuk ışığından başka bir renk olmayan o çehrede, bütün elem ve ıstırapların dindiği, bütün sevda ve emellerin söndüğü görünüyordu.
Acaba Nil'in bu müthiş, bu öldürücü girdap ve akıntıları, bu zavallı Dilber'i, bu talihsiz esiri nereye götürüyor? Hürriyetine!
Ala gözlerini sevdiği dilber,
Bu sürmeler sana Hak'tan çekilmiş.
Üsküfün eğdirmiş şahan bakışlı,
Siyah zülfün ay yüzüne saçılmış.
Hezeli de deli gönül hezeli,
Sen düşürdün gül benzime gazeli.
Kötü söz mü duydun dünya güzeli?
Gözün bende ama, kalbin yıkılmış.
Fikirli fikirli anar yâr beni,
Gayet sever ama, dilden kor beni.
Hüsnü güzel ama, aslı Ermeni,
Ak ellere elvan kına yakılmış.
Karac'oğlan der ki: Yandım, kül oldum,
Aradım güzeli, yanımda buldum.
Ay doğdu şafak atmakta sandım,
Meğer yârin düğmeleri açılmış
"Leyla bir kılavuzdur beni bu yolda menzilime ulaştıran. O bir ayine-i alemdir ki ona bakınca ben yârimi görürüm. Ne o benden ayrıdır, ne ben ondan ayrıyım: bir vardır, iki yoktur. İkilik aramıza girmez bizim. O yol gösterir ben giderim. Kılavuzsuz yolcu, yolcusuz menzil mi olur hiç?" diyen Kays gibi o ay yüzlü, haki gözlü, simendam dilber kılavuzumsa benim, kılavuzsuz nasıl eder, nasil bulurum ben menzilimi? Bu yol aşılacak yol mudur? Bu yola girmek benim idrakimde midir?”
TÜRK KATİLLERİNİN KANLI HATIRALARI
YAPTIĞI ZULÜMLERLE ÖVÜNEN BİR YUNANLININ MEKTUBUNDAN
- "Gönderdiğim kulakların her birini sevgililerinize bir zafer hediyesi takdim ettiğinizi yazıyor, ve Türk kadınlarıyla geçirdiğim dakikalardan, (gasbettiğim) mallardan bahsetmemi istiyorsunuz."
- "Azizim Mihail, hayatım o kadar sefalı, o kadar
Bir abus çehreyle dolaşan kâbus imiş
Adı Zeyd, tadı zehir, şair ve dilsizmiş
Al udunu dilber çal, bize neşeler çal
Ay sen yüksel biraz ve ey sen güneş alçal
Bir bahis eyle o akşam üzere söyle
Şahik çadırlarında Sara ve Tuleyle
Öyle mesut bir anın handanıyız ki biz
Bu saadet bestesinin hanendesiyiz
Gül işleyip leblerimden reçel verdim
Sakın! Deyip ceplerimden hançer verdim
Hançer işlemedi şairin yüreğine
Zira solmuş bir gül vardı onun yerine
Esasen çadırda üç kız idiler gece
Velakin üçüncüsü şairdi sadece
Sara ve Fatma bir şiir-i müebbed
Bir Yemen şalıyla ve Şam eteğiyle Zeyd
Al udunu dilber çal bize neşeler çal
Ay sen yüksel biraz ve ey sen güneş alçal
Ey seher yeli, sevgilinin kaldığı yer nerede?
Aşıkları öldüren, fendi çok, ay yüzlü dilber nerede?
Gece karanlık, Eymen Vadisine giden yol önümde.
Tur ateşi nerede? Buluşma yeri nerede?
Dünyaya gelen herkesin harap olması mukadderdir.
Söyleyin bana: Harabatta ayık kalan nerede?
Müjdelenecek kişi bir işaretten anlar.
Ne çok gizli konular var amma,
sır tutacak adam nerede?
Saçımızın her telinin seninle binlerce işi var.
Biz nerdeyiz?
İşini gücünü bırakıp, önüne geleni kınayan nerede?
Onun kıvrım kıvrım saçlarına sorun bakalım:
Şu gamlı, başı dönmüş,
saçlarının zincirine benci olmuş gönül nerede?
Akıl divane oldu, mis kokulu zincir saç nerede?
Gönül uzaklaştı bizden, sevgilinin kaşı nerede?
Saki , çalgıcı, mey, her şey hazır;
Gelgelelim, yar olmadı mı işret meclisi kurulmuyor;
yar nerede?
Hafız; hazan rüzgarı neler eder dünya çimenliğine! Üzülme.
Makul şeyler söyle bana. Dikensiz gül nerede?