Kitap, 19. yüzyılın başlarında Könisberg’de bir genelevde hilkat garibesi olarak doğan ve sıradışı özel yeteneklere sahip sağır ve dilsiz Herkül Barefoot ile yine onunla aynı saatlerde, aynı yerde dünyaya gelen dünyalar güzeli Henriette Vogel arasındaki aşkı odağına alıyor.
Herkül, biçimsiz ve çirkin görüntüsünün altında olağanüstü bir yeteneğe sahiptir. İnsanların aklından geçenleri okuyabilmekte, onlarla konuşmadan zihinsel yönden iletişim kurabilmekte ve herkesin kalbinden geçenleri bilebilmektedir. Oysaki yaşadığı toplum, bu ucube görüntüsüne ve bu sıradışı yeteneğine henüz hazır değildir.
Zaman, büyük aşkla birbirlerine bağlı bu iki insanı ayırır. Herkül’ün macerası da işte böyle başlar. Her şeyden çok sevdiği Henriette’i bulmak için tüm Avrupa’yı dolaşır. Yazar, temelde Herkül’ün bu yolculuğunda karşılaştığı zorlukları anlatırken; güzel-çirkin, aşk, nefret ve inanç ekseninde 19. yüzyıl Avrupa’sının da resmini çizer.
Arka planda 19. yüzyılın karanlık yüzünü, engizisyonları, tımarhanelerde yaşanan işkenceleri, kilisenin din temelindeki sapkın teolojik düşüncelerini anlatarak bir çağa ışık tutar.
Gerçekten de 21. yüzyılın da en büyük sorunu değil midir farklı olanı kabul etmemek, ötekileştirmek, kendinden olmayanı dışlamak.
Bütün bu yönleriyle kitap oldukça etkileyici ve sürükleyici. Bazı bölümlerde izleyenler hatırlayacaktır “Freaks” adlı film (Tod Browning, 1932) aklıma geldi. İşte böyle garip bir aşk öyküsü…