Sabahattin Ali’nin hepsi birbirinden değerli üç romanından birisidir.
Hayatına bir türlü yön verememiş, eğriyi-doğruyu birbirinden ayıramamış, tercihlerinde hep günübirlik düşünmüş, sözün özü, hayata tutunamamış bir gencin serencamını anlatır. Hem de nasıl anlatır. Aşkı defaatle hem de öyle bir tarif eder ki, insanın bundan mahrum kaldığına içi acır. Kürk Mantolu Madonna’daki Raif Bey, bu kez Ömer olarak karşımıza çıkar.
Romanın finalinde şu itiraflar yer alır:
"İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğimi fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fiillerin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Hâlbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuzun, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnazca olmayan bir kaçamak yolu... İçimizdeki şeytan yok... İçimizdeki aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: Hakikatleri görmekten kaçmak itiyadı var..."
Bir de şöyle harikulade bir saptaması vardır:
"İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, iste bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır."