Ekonomistler özellikle, kendi deyişleriyle “iyi kurumlar”dan söz ettikleri zaman, insanları birer birey olarak ulusal zenginliğin yaratılmasına katkıda bulunacak şekilde çalışmaya yönlendiren ekonomik, toplumsal ve siyasal kurumlardan söz ediyorlar. Bu türden en az yarım düzine kurum saptamış durumdalar. Önem sırasına göre dizmeden alfabetik sırayla verdikleri listede şunlar var: Enflasyonun denetim altında tutulması, eğitim fırsatları, etkili yönetim, sözleşme zorunluluğu, ticari engellerin bulunmaması, kapital yatırımlarını özendiricilik, yatırıma uygun olmak, yolsuzlukların olmaması, suikasta uğrama riskinin düşük olması, serbest kambiyo, özel mülkiyet haklarının korunması, hukuk devleti, engelsiz sermaye akışı. Hiç kuşku yok ki bazı ekonomistlerin vurguladığı bu iyi kurumlar, zenginlik bakımından ülkeler arasındaki farklarla ilgili açıklamaların önemli bir bölümünü oluşturur. Norveç gibi, iyi kurumlara sahip ülkeler genelde zengin olur. Nijerya gibi kötü kurumlara sahip ülkeler de genelde yoksuldur.
Sayfa 544Kitabı okudu
“Varlıklı mısınız? Biraz mı? Güzel. Yoksullarla paylaştınız mı bunu? Paylaşmadınız. Öyleyse siz benim Saduki dediğim kişilerdensiniz. Kutsal Kitabın dediklerini yerine getirmediyseniz, bu size pek bir yarar sağlamaz derim.”
Sayfa 13
Reklam
"Savaşta," dedi işçi, "zayıflar güçlülerin kölesi olur, barışta da yoksullar zenginlerin kölesi olur. Yaşamak için çalışmaya mecburuz; bize verdikleri ücret o kadar düşük ki, yaşamamıza yetmiyor, ölüyoruz. Bütün gün onlar için uğraşıp didiniyoruz; onlar sandıklarını altınla dolduruyor, bizimse çocuklarımız vakitsiz solup gidiyor, sevdiklerimizin yüzü sertleşip fesatlaşıyor. Üzümü biz eziyoruz, şarabı başkası içiyor. Mısırı biz ekiyoruz, ama soframız boş. Kimse görmese de zincirlerimiz var; bize özgür dense de köleyiz."
Genç KralKitabı okudu
Büyük bir nüfus artışı, bununla birlikte  kaçınılmaz olarak standartlarda  bir düşüş oldu. Peki bu kadınlar bununla nasıl başa çıktılar? Birkaçı geçici olarak en üstte pek çoğu da daima en altta ezilerek, birbirinin önüne geçmeye çalışan bir yığın görgüsüz insanın, alt tabakadan umutsuz bir yoksullar ve yozlaşmışlar ordusunun sonsuz debelenmesiyle sonuçlanacak bir varolma mücadelesi vererek yapmadılar bunu. Hiç kimsenin huzur ve asayişinin olmadığı insanların büyük çoğunluğunda sahiden asil  niteliklerin bulunma ihtimalinin bile görülmediği bir halde de yapmadılar. Varolma mücadelesi veren halklarını geçindirmek üzere birilerinden daha fazla toprak almak veya birilerinden daha fazla yiyecek almak amacıyla yağmacı yolculuklara çıkarak da işe girişmiş değillerdi.  Asla böyle olmamıştı. Bir kurul oluşturarak oturup dikkatlice plan yapmışlardı. Çok aydın esasli düşünürlerdi onlar. Dediler ki, "Elimizden gelen çabayı gösterirsek bu memleket, bu kadar çok insanı  arzuladığımız düzeyde barış, rahatlık, sağlık, güzellik ve refaha kavuşturarak besleyecektir. Peki öyleyse, bunu bütün insanlara sağlayacağız." İşte böyle...
"Doğru: Şu başlayan günde bizim sevecek hiçbir şeyimiz yok, ne evde, ne evin dışında, bununla birlikte ölmek istemiyoruz. Yine de yaşayamıyoruz, demek ki bir şeyi sevmeye zorunluyuz: İsterse bir yıldız olsun! Çünkü kimi sevdiğimiz hiç önemli değildir, asıl olan sevgidir. Ardımızdan gelen sefaletten hiç korkmadan taraçadan ayrıldık, aç da bitli de olsak, yoksullara hiçbir zaman, "Neden siz de zengin değilsiniz?" diye sormayan bu gökyüzünün altında yaşamak arzusuyla içimiz dolu olarak yola düştük."
"Yoksullara" hükmetme hakkının özel mülkiyetin eline geçmesinin sonucu şudur: Kısıtlayıcı erki ellerinde bulun­duranlar, yetki alanlarında bulunan ve kendi malları olmayan bütün insanların şövalyeler gibi kendilerini "teslim" etmelerini şart koşmaya başladılar. Cluny belgelerinden birinde, yaklaşık 1030'da, Saône kıyısında bir köyde geçen şu olay aktarılır: Bir "özgür adam", yerleşmek üzere köye gelir, "serbestçe" köyde yaşar, ama bir süre sonra oranın senyörlerine "bağlanması" ge­rekir. Kullanılan commendation terimi, savaşçıların bağlılık anlaş­ması için kullanılan terimdir; törensel hareketler belki pek fark­lı değildi, ama bambaşka sonuçlar doğuruyordu: bu şekilde "bağlanan" kişi, akrabalara değil, Jamilia'ya tabi; şövalyeler gibi asaletle, yani bir evlat gibi değil bir köle gibi hizmet etmek zo­rundaki düşük hizmetkarlar sınıfına girer, kendi kendinin sahi­bi olmaktan çıkıp başkasının malı olurdu
Reklam
513 öğeden 181 ile 190 arasındakiler gösteriliyor.