Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
hakikaten, siz neden değilsiniz?
Edirne'de bir genelev sahibinin içindeki 8-10 sermaye kadınla birlikte genelevini satışa çıkardığı bir gazetede ilan olarak çıktı. Ve bu resmî ilanın altında bir yargıcın adı vardı. Yani genelevi içindeki kadınlarla birlikte yargıç satışa çıkarıyordu. Adalete, hukuka, insan haklarına ve genellikle insanlığa bundan daha ağır aşağılama olamaz diye yazdım. Ne oldu dersiniz? Arkadaşlarımla birlikte aleyhimize dava açıldı, adaleti aşağıladık diye. Duruşmaya girerken avukat, yargıcın çok sert olduğunu söyledi ve bu nedenle yumuşak konuşmamız gerektiği yolunda bizi uyardı. Gerçekten de yargıç sertliğini gösterdi. Bana, - Siz genelkadınların avukatı mısınız? diye sordu. Yanıtım şöyle olmuştu: - Siz değil misiniz? Bir aydın olarak genel kadınların da, ülkenin bütün insanlarının da avukatıyım. Siz neden değilsiniz?
Sayfa 280 - Nesin Yayınevi-10.Baskı
" Selçuklu camilerinin yatay gelişen 'kütlesi, Beylikler devrinden başlayarak bir yükseliş göstermeye başlamış, Sinan'ın yapılarında bu proporsiyon dengelenmiş, söz gelimi Süleymaniye bir eşkenar üçgene sığabilen oranlarla tesbit edilmiştir. Yükseliş, Sinan'dan sonra da devam etmiş, fakat klasik çağdaki uyumunu kaybetmiştir. Sinan'dan önceki uygulamalarda, yeri keslinmeşmeyen minareler, Sinan'la birlikte, caminin kuzey duvarında iki köşede tek, iki veya üç şerefeli kuleler halini almıştır. İlk önemli gelişmelerini Beyazit Camii (ana kütlenin kuzey cephelerinin iki yananda)'nde ve Edirne Üç Şerefeli (hem ana kütle, hem de avlu köşelerine)'de olmak üzere tamamlanan şema, Süleymaniye'de tekrarlanır. Dört minarenin cami kütlesinin köşelerine yerleştirilmesi şeklindeki ilk uygulama Selimiye'de gerçekleştirilmiş ve cami kütlesinin minarelerle olan ilişkisi, yatay düşey etkilerin karşıtlığı ustalıkla dengelenmiştir. Sinan'ın minare tasarımı, özellikle Süleymaniye'deki durum halk arasında, bazı tarihi gerçeklere bağlanır. Yapıda dört minarenin bulunması, yapıyı inşa ettiren Kanunî Sultan Süleyman'ın, Fetih'den sonraki dördüncü padişah olduğunu; şerefelerin on adet oluşunun ise, Kanunî'nin onuncu Osmanlı padişahı oluduğunu gösterdiği yolunda yaygın bir inanç vardır. Selimiye minarelerinden iki tanesinin içinde üç ayrı merdiven olduğu; her biri ayn şerefeye ulaşan bu merdivenlerin, halkın büyük mimarı hayranlıkla anmasına sebep olduğu bir gerçektir. "
Marmara Üniversitesi Fen - Edebiyat Fakültesi Yayınları
Reklam
_Mustafa Kemal, bir Türk’tü; Türk olmaktan gurur duyuyor; “Türkiye Türklerindir” parolasıyla yaşıyordu. Ne Tanrı’dan, ne bir kişiden ne de kurumdan çekinmeyen, tam bir devrimciydi. Onun için resmi ya da kutsal olan hiçbir şey yoktu. Türkiye’yi Padişah’ın ehliyetsizliğinden ve despotizminden olduğu kadar, yabancıların pençelerinden kurtarmakla
William Loftus Balkanlar'da karşılaştığı bir Türk'e ne düşündüğünü sorduğunda aldığı cevap şudur: "Her şey Allah'tan! Ne düşünebilirim ki, hiçbir şey!" Türklerin kaderciliği imgesel olarak Avrupalının gözünde genellikle onların huzur ve sakinliklerinde yatıyordu. Bacaklarını “terziler gibi" bükerek, yani bağdaş kurarak oturan Türkler çoğu zaman bu sahneye eşlik eden nargileleri ve bahçelerine dalıp giden bakışlarıyla birleştiriyordu. Her şeyi Allah'a havale ettikleri gözlemlenen Müslümanların eylemsizliği ise bu kaderciliğin bir uzantısı olarak algılanıyordu. Bu kaderci eylemsizliğin Avrupalıyı en çok dehşete düşürdüğü alan Türklerin veba karşısındaki sakinlikleriydi. Henry Blount Türklerin vebadan sakınmamalarına, korkmamalarına, özellikle de kendilerini korumaya çalışmamalarına hayret eder. Gemide vebalı bir hizmetçi ölünce diğerleri yanında yerler, içerler, hatta cesedi götürüldükten yarım saat sonra onun yatağında yatmakta bile bir sakınca görmezler. Bunu yapmamaları gerektiğini söyledikleri zaman "alınlarını işaret edip ne zaman öleceklerinin doğdukları zaman alınlarına yazıldığını" ifade ederler. Buna benzer bir olay Edirne yolunda da olur. Göğsü açık veba belirtileriyle dolu bir askeri arabaya alırlar. Orada bulunan yeniçerilerden biri daha önceki şekilde alnını işaret ederek kaderciliğini gösterir.
Osmanlı tarihi, tersi gelişmelerle, yani sadrazam ve padişahların Şeyhülislamları azletmek veya katletmek gibi olaylarla doludur. İslam "hükümdarlarının mutlak otoritesine dayanarak verdiği en ağır ceza" olan "siyaseten katl", askeriler içinde özel bir yeri bulunan Ulema (din adamları) sınıfına da uygulanmıştır. Ulema, devletin
Sayfa 15 - 16 Doruk Yayıncılık, 2. Baskı: Haziran 1997
Hayat yürüyor. Çağdaş ulusların siyasal, soysal, ekonomik yolunda ilerleyişlerinin karşısında hep böyle mugeylân dikeninde kutsal bir varlık görenler, loş selvilerin karanlık gölgelerinde çöreklenmiş, kokmuş hayat kuvvetini kaybetmiş kaidelere bağlı duranlar için yenilik mana-sız bir şey olup kalmıştır. İşte Partimiz buna kökünden bir nihayet vermek zaruretinde idi. Artık bugünkü ilim ve teknik yolları bu gibi urasalara, hurafelere, vehimlere ün ve önem veremezdi. Türk ulusunu benliğine kavuşturan Kamâlizmi, ulusun egemenliğine göre kanunların kaynağı olarak binlerce yıl önce başka soylar için ve başka yollarda konulmuş kaidelere bağlı tutamazdı. Uçakların bile mesafelerde az geldiği bir asırda hala deve ayağını mesafe ölçüsü sayan kanunlar Türke yakışamazdı. Bu sebeple ilim ve teknik esaslarına bağlı ve asrın ihtiyaçlarına uygun kanunlar almak mecburiyetinde idi ve öyle de yaptı.
51 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.