“İnsanoğlu dünyaya niçin gelir? Herhalde bir bahçe kurmaya gelir.” (syf70)
Dönüp ömrümün bahçesine bakıyorum,
Neler ekmiş, neler soldurmuşum? Bir de dönüp, Gülpaşa çavuşunun oğlunun ömrünün bahçesine bakıyorum. Islak kayanın bağrında, dağın başında neler yeşertmiş. Usul usul nasıl da cennet eylemiş bozkırı.
Bir hevesle atılsak biz de Muhterem Bey gibi, Derviş yardım etse, köylü elimizden tutsa diyorum. Ama sonumuz ona benzemese. Gülpaşa Çavuşunun oğlunun “öldüm ve bir bahçeye gömüldüm...” dediği yerde yeniden yeşertsek kayısıları... hem belki nar da ekeriz biz. “Gayret bizden tevfik Allah’tan” diyerek düşsek yollara. Köyün yoluna. Gücümüz yeter mi?
Sabah erkenden düştüğü tek yol, okul/iş yolu olan ve sadece egzoz gazına, korna gürültüsüne alışmış vücudumuz ; merkeple gidilen, kışın karın kapattığı, dolambaçlı köy yoluna alışabilir mi?
Her aradığımızı on adım uzağımızdaki dükkanlarda bulabiliyorken, yeni bir şeyler görmek, alabilmek için Çerçi Cemil’i beklemeye ya da bizim için sıcağı soğuğu ayrılmış çeşmeler varken, Akpınar’a kadar gidip, su taşımaya alışabilir miyiz? Her şey bu kadar kolay -kolay ve değersizken- kıymeti olanlara sahip olmaya alışabilir miyiz?
Sabahları günaydın demekten acizken komşumuza, köy meydanındaki sıcaklığa, birlikte erişte kesmelere, reçel kaynatmalara alışabilir miyiz?