Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Bu günlerde her şey ATEŞ PAHASI!!!
Vaktiyle Osmanlı hükümdarlarından biri maiyetiyle avlanmaya çıkmış. Bir ceylanın peşinden koşarken, vakit bir hayli ilerlemiş ve gün batmaya yüz tutmuş. Bu sırada gök kararmış, ortalığı şiddetli bir rüzgâr ve ardından da savruntulu bir yağmur bastırmış. Hünkâr ve adamları, en yakın kulübeye kendilerini zor atmışlar. Meğer sığındıkları kulübe odunculuk yapan bir garibe aitmiş. Adamcık onları içeri almış. Sultan her ne kadar adamı tedirgin etmemek için kim olduklarını söylememiş ise de oduncu durumu kavramış ve ocağa büyük odunlar atıp kulübeyi iyice ısıtmış. Dışarıda hem ıslanıp hem üşüyen padişah ve adamları bu durumdan pek memnun kalmışlar ve geceyi orada rahatça geçirmişler. Hatta bir ara hünkâr, — Doğrusu şu ateş bin altın eder, diye söylenmiş. Ertesi gün yola çıkacakları vakit, padişah oduncuya sormuş: — Efendi! Bizi ihya ettin, harlı ateşin sayesinde geceyi pek rahat geçirdik. Söyle bakalım borcumuz ne kadar? Oduncu, fırsatı değerlendirmenin zamanıdır deyip rayici yüksek tutmuş: — Bin altın beyzadem! Vekilharç hemen atılmış: — Ne masraf ettin ki bin altın istersin bre densiz? — Sabaha kadar ateşi aynı kıvamda tuttum. Böyle dağ başında bu ateş az bulunur. — Ama ateş bu denli pahalı mıdır? O sırada padişah vekilharcına dönüp: — Ağa, demiş, ateş iyiydi, şimdi pahasını verin! Oduncunun bu tavrı halk arasında şüyu bulunca, değerinin üstünde fiyat biçilen şeyler hakkında "ateş pahası" denilmeye başlanmış ve giderek deyimleşmiş. Umulana göre çok pahalı bulunan fiyatlar hakkında bugün dahi "ateş pahası" denir.
O zamanlar biz şevkimizi kaybetmeseydik ve garbın nasıl adam olduğuna dikkat etseydik, bunun kendi hakkımız, borcumuz olduğunu bilseydik, Kur'ân emirlerini yerine getirseydik, bugün füzeyi biz icad etmiş olacaktık... Geçelim... En büyük dâvayı rafa kaldırıyor ve geçelim diyoruz.
Sayfa 55 - Büyük Doğu YayınlarıKitabı okudu
Reklam
Lipka ve Kırım Tatarlarının diaspora lideri: Mustafa Edige Kırımal
Avukat Müstecip Ülküsal ve Dr. Edige Kırımal’ın Berlin’e Gönderilmesi Alman-Sovyet Savaşı’ndan önce Almanya’da, Kırım Türk-Tatarlarını temsil edecek mülteciler olmadığı gibi karşı istihbarat yönünden herhangi bir işbirliği de mevcut değildi. Kırım Millî Merkez Başkanı Cafer Seydahmet, Londra’da sürgünde bulunan Polonya Hükümeti ile sıkı
Anne-Baba
En büyük borcumuz, onları saygının ve hürmetin zirvesinde tutmaktır.Onlari üstte , kendimizi altta görmeye mecburuz.Özel zevklerimizin ve keyfimizin bozulma pahasına da olsa gereken budur. Anne-Baba bir yana biz ve bize ait herşey bir yana olmalıdır.
Bunun dışında bir tek ahlâk metodu vardır ki : Affın yanında cezayı, tevazuun yanında vakarı, sukû- nun yanında mücadeleyi, dolayısiyle hem sevgiye hem kuv­ vete dayanılmasını, yalnız mecburi olan bir hakikat halin­ de değil, inanarak ve büyük yaratıcımıza karşı borcumuz olarak yapmak zevkini telkin eder ki, o da Ahlâk-ı Muham­medi'dir. Ahlâk-ı Muhammedi, biyoloji ve sosyolojinin müsbet ilim metodlarıyle hazırlayıp beşeriyete sunmak istedikleri saadet tâcının en mükemmel şeklidir. Ahiâk-ı Muhammedi, en modern fen adamının aradığı ahlâk ile en çilekeş dervişin bildiği ahlâkı aynı çatı altın­ da birleştiren sonsuz nur'dur. Allah, her sevdiğini bu nurla müşerref kılar.
MİLGEM Projesi’nde en zevkli görevim gemilere bir isim vermek oldu. Genel prensip eski gemileri yaşatmaktı ama bu bağlayıcı değildi. İsmin, ulusumuza hizmet etmiş bir kişiye vatanımızı hatırlatacak bir coğrafi yere ait olmasına dikkat edilirdi. Biz deniz subaylarının, bizi yetiştiren Deniz Harp Okulu’na çok şükran borcumuz vardır. Harp Okulumuz ( ve bugün Deniz Lisesi ) 160 yıldan fazla bir zamandır Heybeliada’da bulunuyordu. O adaya ve halkına, bizi bu kadar uzun süredir orada misafir ettikleri için de büyük bir şükran duyuyorduk. Subayların pek çoğu adalardan kızlarla evlenmişti. Yani onlar bugün Deniz Kuvvetleri topluluğunun birer parçası haline gelmişlerdi. Ayrıca Prens Adaları dediğimiz bu adalar dört taneydi; yani benim aradığım sayı kadardı. Bunun üzerine gemilerin adlarını Heybeliada, Büyükada, Burgazada ve Kınalıada olarak koydum. Bu gemiler sınıf olarak bundan böyle “ Ada “ sınıfı gemiler olarak bilinecekti.
Sayfa 176 - Kırmızıkedi YayıneviKitabı okudu
Reklam
TÜRK MİLLETİNE ÇAĞRI Milletimiz Orta Asya’daki hayatının en eski yüzyıllarında atı ehlileştirmek suretiyle mesafeleri kısaltmayı bilmiş, böylelikle geniş bölgeleri kontrol etmek imkânını bularak büyük devlet kurmak başarısını sağlamıştır. Başka milletler ancak şehir devletleri kurabilirken, birçok şehirleri de içine alan bu devletler, Türklerde
«Baytar ilaç verirse bir günde kurtulur» Üstüne titrerdik iki üç sığırın. Gözümüzün akı karası onlardı. İşimiz, aşımız, ekmeğimizdi. Borcumuz harcımız, sığınağımız, tek dayanağımız... Onlardan kopuk yaşamak haram. Onlar canımızın canı parçası, can yongası, can parası. Soluk soluğa can canayız onlarla! Gene onlardan birini satmak istiyorduk, kıyamıyorduk, elimiz varmıyordu satmaya!.. Oysa çok dardaydık. Babam sürekli hasta. Doktor, iğne, ilâç. sabun, gazyağı elimizde avucumuzda olanı almış götürmüştü. Yaz yiyeceğimiz suyunu çekiyordu. Anamın kaftanı eskimiş, peştemalı (önlüğü) delinmişti. Namaz pantolon, gömlek istiyordu. Banka borcumuz duruyordu yerli yerinde, en büyük borcumuz. Az biraz soluğumuz dönseydi Nazlı ile nişanlanacaktım. Nişanı da düğünü de güze bırakmıştım ama Nazlı'nın anası Seyran kuşku içindeydi. Kaç yıldır avutmuştum. Yoksa almayacak mıydım?
Sayfa 19
59 öğeden 31 ile 40 arasındakiler gösteriliyor.