Yobazda eksik olan, vecd, aşk, meçhule hürmet, nefsinden şüphe, nefsini muhasebe faziletidir. Onun kabalığı amele bağlılığından değil, ameli nefsine indirişinden ve incisi düşmüş istiridye kabukları haline getirilmesinden gelir. Yobaz, yolunda olduğunu sandığı Kâinatın Efendisi’nin ‘Müjdeleyiniz, soğutmayınız; sevindiriniz, korkutmayınız; güzelleştiriniz çirkinleştirmeyiniz! şeklinde özleştirilmesi mümkün fermanına rağmen sapık yoldan takip etmiş ve en büyük felaket olarak, tersinden ibaret küfür yobazlarına, İslamı kendisinde zannettirmek gibi bir hedef vermiştir.
İbn el-Athir üzüntüyle Moğol fetihlerinin "İslam ve Müslümanlara yönelik öldürücü saldırılarını ilanı" olduğunu yazıyordu. Biraz dramatik bir ekleme yaparak şöyle devam ediyordu: "Keşke anam beni doğurmamış olsaydı ya da bunlar olmadan önce ben ölmüş ve unutulmuş olsaydım!" Kanlı ayrıntıları yazmayı kabul etmedi ki tek nedenini de "birkaç arkadaşım bunları yazıya dökmem konusunda ısrar etti" diyerek açıklıyordu. İstilayı, yüce Allah'ın Hz. Adem'i yaratmasından bugüne kadar... genel olarak tüm insanların, özellikle de Müslümanların başına gelen...en büyük yıkım ve en korkunç felaket... sözleriyle tarif ediyordu. Kıyas yaparak Moğol tarihi öncesinde en kötü katliamların Yahudiler'in başına geldiğini fakat moğolların tek bir şekilde kırdıkları Müslüman sayısının bile tüm İsrailoğullarının sayısını aştığı için Müslümanlara yapılan bu saldırının daha kötü olduğunu kaydediyordu.
Savaş, insan soyunun başına gelebilecek en büyük felaket.
… Atatürk’ün sözüne kulak kesileceğim:
“Savaş, vatanı savunmak için yapılmıyorsa; bir cinayettir.”
_
Ah, kör yazgı! Alnımızın kara yazgısı! Biz insanlar yeryüzünde yapayalnızız, işte en büyük felaket burada! Rus bahadırı savaş alanında, “Sağ kalan varsa çıksın karşıma!” diye bağırmış bir zamanlar. Bahadır değilim, ama ben de haykırıyorum, ancak sesimi kimseler işitmiyor. Güneşin evrene can verdiğini söylerler. Güneş gökyüzüne yükselsin de görün bakalım, o bir ölü değil mi? Her şey ölü, her yerde ölüler var. İnsanlar yeryüzünde yalnız, çevrelerinde ölüm sessizliği; bizim dünyamız bu işte... “İnsanlar, birbirinizi seviniz!” Bunu kim söylemiş, kim bize böyle bir vasiyet bırakmış?
_
Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim
Ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak
Ne bir içten dostunuz var acınızı alacak
Unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu;
Toprağı rüzgârı denizi göğü
O her zaman bir insanla anlamlı
Tükenmez bir hazine gibi kendini sunan doğayı
Unuttunuz, gömülüp günlük çıkarların
Ve ucuz korkuların kör
Bu sarsıntıdan sadece ben etkilenmiyorum, herkes bu sarsıntıdan etkileniyor. Biz aslında, büyük olduğunu sanmayın, dar bir binada hep beraber yaşıyoruz ve birbirimizden yüz binlerce kilometre uzağız. Birbirimize seslendiğimizde birbirimizi duymuyoruz. Hava bizi haftalar boyunca felaket bir ilkel sinir sistemine mahkum ediyor. Tam bir bunalım derecesine ulaştığımızda birden tekrar konuşmaya başlıyoruz, birbirimize yardım etmeye, birbirimizi anlamaya başlıyoruz ve sonra hemen tekrar birbirimiz için en anlaşılmaz hale geliyoruz. Yakınlığa, akraba dikkatine atılacak ilk adım, bu adımı kim atacak? Tekrar birlikte yiyor, birlikte içiyor, birlikte konuşuyor, birlikte gülüyoruz; ta ki tekrar ayrılana dek. Fakat birliktelik süresi gittikçe kısalıyor.
Büyük kederler, en bahtsız anlarda bile, etrafta toplanan kalabalığın, başına büyük bir felaket gelen kişiye yakınlık duymasını sağlayacak kadar saygındır..