Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.37.7
Evlaa
Evlaa
@evlaa
youtube.com/@A.mete16?featu...
Abone olarak destek olabilirsiniz, oğlumun kanalı...
15 Mayıs 1986
3019 okur puanı
Aralık 2015 tarihinde katıldı
Okuma Hedefleri
Klasik bir aşk romanı demek isterdim ama ne yazık ki diyemiyorum. Aşkı tensel boyuta o kadar çok indirgemiş ki duyguların bir anlamı yokmuş da sadece hormonlar etkiliymiş gibi bir izlenim bırakıyor. Bu noktada basit bulsam da son 2-3 bölümde ailenin ve yuva kurmanın önemini, hayatın şuandan ibaret olduğunu, ölüm geldiğinde yaşanmamışlıklarla kalıp kalmamanın tercihlerimize bağlı olduğunu vurgulaması hoşuma gitti. Ama sırf bu yüzden koca kitabı okumaya değer mi? Eğer çok bunalmışsanız, eh belki o zaman...
Kendi anneannemi kaybetmemin tam senesi dolmuşken bu kitabı okumak hem iyi geldi hem de gelmedi... Onun sıcaklığını, direnişini, ailesine düşkünlüğünü ve daha bir çok şeyini satırlarda okumuş gibi oldum. Ama özlemi dağ oldu...
Seher hanım, ünlü anneanne, meğerse Heranuş imiş.1915 yılı ne kadar yürek dağlamış... Bu olayın her iki tarafı da kendince haklı. Haksız olanı, masumlara kıyanlar...
Ailesinden edilenler, canlarını namuslarını yitiren masumlar, dinini dilini ve yaşadığı ülkeyi değiştirmek zorunda kalanlar... Soyu bozuk, diye nitelenmek yani ötekileştirilmek, toplumdan dışlanmak... İstemedikleri bir hayatı bilmeden yaşamak zorunda kaldıkları halde, önlerine çıkan nimetlerden uzak tutulmaları...
Söylenecek çok şey var ama aslında hiçbir şey yok. En güzel özet belki de Heranuş ninenin sözünde saklı: gitsin o günler, ve bir daha gelmesin geri.
Sıcacık insanı içine çekiveren, samimi bir anlatımı olan, kronoloji ile boğmayan hüzünlü hikayenin kitabı. Okunması tavsiyemdir.
Rizzoli&Isles serisinden bir mükemmel kitap daha. Polisiye açısından incelenecek, üzerinde çok da söz söylenecek bir şey yok. Zira polisiyenin taçsız kraliçesi doktor Tess Gerritsen yine yapmış yapacağını. Başarılı bir kurguyla çok güzel mesajları harmanlamış.
Jane Rizzoli'nin değer verdiği insanlar için neler yapabileceğini gördüm. Maura Isles için dostluğun neler ifade ettiğine şahit oldum. Bir köpeğin sadakati uğruna canından olabileceğini okudum. Bir çocuğun tek başına başarabileceği şeyleri görüp ders alabildim.
Olumsuz bazı yönleri de görmüş oldum tabi ki. Paranın her kapıdaki çürük elmaları etkileyebileceğini, bu yüzden kanun adamlarına da tam anlamıyla güvenemeyeceğimi hatırlamış oldum. Bir şeylerin her zaman göründüğü gibi olmayacağını aklıma iyice kazıdım.
Serinin en iyi kitaplarından... Rizzoli sevenler kesinlikle okumalı.
Okur Takip Önerileri
Kendime Not:
Kara mizah ustası Aziz Nesin... Öyle güzel yazmış ki yine, ne ara kitap bitti anlayamadım. İrdelediği konular ne yazık ki hala irdelenmeye müsait. Bir toplum eğitim aldıkça hiç mi ilerlemez? Demek ki ilerleyemiyormuş...
Ara ara dönüp yeniden okumalı...
Okuduğum diğer kitaplarında da olduğu gibi Tezer özlü, bu kitabında da hayatının değişik bölümlerine değiniyor. Çocukluğu ile değinmeye başladı hayatını, gençliği, hastaneye yatırıldığı dönemi ve biraz daha ilerisi ile anlatmaya devam ediyor.
Kendi düşüncelerini ifade ederken; toplumsal tabular, cinsellik, ülkemizde kadın ve erkeğe bakış açısı, gençlerin cinsel baskı sonucunda yöneldikleri arayışlar veya yaşadıkları/hissettikleri eksiklikler vs konularda da bizi düşünmeye sevk ediyor.
Özlü'nün kitaplarında en sevdiğim yön, okurken düşünmeye sevk etmesi ve önceden tahmin edilebilir olmaması.
Tess gerritsen bana göre polisiyenin taçsız kraliçesidir. Kendisinin de doktor olması sebebiyle olsa gerek, tasvir edilen otopsi sahnelerini ya da cinayetin işleniş sahnelerini gözümün önünde çok net bir şekilde canlandırabiliyorum. Sadece bu mu? Olay yeri, cinayet aleti, maktulün tarifi betimlemeleri ya da suçu işleyen kişiye yönelik psikolojik analizler o kadar gerçekçi ki kelimelerle resim çizilmiş gibi. Yazarın beni en çok etkileyen yönü de bu.
Yine hiç alakasız gibi görünen birçok olayı birbirine mükemmel bir kurgu ile bağladı. Bölümler arası geçiş kusursuzdu. Atladığı, unuttuğu ya da açıklama getirmediği herhangi bir bölüm olmadı.
Suçluya yönelik ipuçları verse de kitabın sonunda yine ters köşe yaptı. Faili bulurken yasaların uygulanmasına yönelik boşlukla ilgili çok güzel bir tespit yapmış:" Heyecanlı bir noktada, hareketli bir ortamda, sorumluluk sahibi kişiler olayı kontrol altına almaya çalışırken kimse bir diğerinin ne yaptığı ile ilgilenmez ve böylece kişiler yetkilerini kötü amaçlarla kullanabilirler."
Hamile kadınların peşinde olan canavar anne baba ve oğul ile onları kovalayan rizzoli ve Isles. Yine güzel bir kurgu, sürükleyici ve heyecanlı bir anlatım... Çeviride oldukça başarılıydı. Sıradaki kitabı heyecanla bekliyorum.
Önce Zorba isimli kitabı ile meşhur olan kazancakis hakkında bilgi verelim. Zaten zorba kitabındaki mesajlar ile yazarın kişiliği hakkında ipuçları veriliyordu. Yazar Girit doğumlu. Yunan iç savaşı'nı ve Yunan işgalini gören biri olarak idealist ve özgürlükçü. Osmanlı imparatorluğu'nu yaşadığı coğrafya itibariyle biliyor , haliyle Türkleri de
KENDİME NOT:
Yine kesin olmayan, ucu açık, sorularla dolu bir son olmuş. En azından bu sefer olay kurgusu vardı ve bu okumayı benim için mümkün kıldı. Okuduğum kitaplarını yarı yarıya beğendiğim halde, okumaya devam etmekten vazgeçemiyorum çünkü Murakami kesinlikle karakterlerini okura çok iyi yansıtıyor. Gerek psikolojik olarak gerekse fiziksel olarak okurken olayların içinde hissetmek kadar güzeli yok. Yazarın bu yönü çok güçlü.
Bu kitabında ana karakterin biyografisini verirken karakterin aşk hayatına değinmiş. Bir yandan kızarken bir yandan da "kaldı mı böylesi" dedim. Okuyup okumamak size kalmış ancak okunmasa da çok fazla kaybınız olmaz.
Bir süredir psikolojiye sardığım için hayli keyifle okuduğum bir kitap oldu. İş yoğunluğu yüzünden uzun sürse de severek ve zorla ayrılarak okudum.
Gülseren hanımın diğer kitaplarından farklı bir tarz ile yazılmış. Diğer kitaplarında yazar hep kendi açısından anlatırken burada kahramanlarının açısından da anlatımına yer vermiş. Bu tarz daha çok
Ne zaman çok övgü alan bir yazarın kitabını okusam, hep aynı hayal kırıklığını yaşıyorum. İnsanlar mı abartıyor yoksa ben mi anlayamıyorum diye kendimi sorgulamıyor da değilim. yazarın okuduğum üçüncü, hayal kırıklığı yaratan ikinci kitabı.
Kitabın isminden de anlaşılacağı gibi yazar, kendi koşma (maraton, triatlon vs) maceralarına yer vermiş. Koşmanın ona ve yazılarına neler kattığını, kişiliğini nasıl yansıttığını vs anlatmış. Alıntılar da yapmama rağmen, genel olarak kitabı değerlendirdiğimde pek de etkilendiğim bir şey yok. Kesinlikle bana göre bir kitap değildi.
Oy oy oy... Neler yazmamış ki Rıfat Ilgaz bu romanında...
İkinci dünya savaşına girmemiş, ama girmiş kadar sıkıntılarını yaşamış bir Türkiye görüyoruz. Halk fakir, ekmek bile karneyle... Karne yoksa ekmek de yok. Yaşanan gerginlikler de cabası...
Almanlar sınıra dayanmış, "ya ülkeye girerlerse" deyip bizde de ırkçılık almış başını gitmiş. Yaranmak için halkçı ya da solcu pek çok isim ihbar moduyla peşkeş çekilmiş: Nazımlar mı ararsınız, Sabahattin Aliler mi yoksa Nihal Atsızlar mı? Halk sağcı solcu diye bir ayrılmış ki sanırsınız sırt sırta verip nice yokluk içinde ancak birlik olarak ülkeyi düşmandan kurtaran halk bu değil ! Ya savaştan uzak durmak adına verilen siyasi tavizler...
Ya halkın gerginliği, korkusu? Karartmalar yüzünden yaşadıkları psikolojik gerginlikler? Gece boyu susmayan, sözde güvenliği duyuran düdükler... Bakımsızlıktan yaşanan hastalıklar artarken verem grip gibi yaygınlaşmış. Gıdayı geçtim senatoryum bile yok.
İnsanlar korkudan arkadaşlarına akrabalarına bile sırt döner hale gelmiş. Cesaret gösterip koruyan kollayanın bile başında bin bela... Kime güveneceğini şaşıran insanlar, geçiştirilmek zorunda kalınan insani duygular... Daha neler de neler...
Ilgaz'ın kalemi söz konusu ise üslup ve anlatım üzerine söylenecek söz pek yoktur. Usta kalemin önünde saygıyla eğilirken, verem olduğu için karakolda yaşayacağı baskılardan korkup tutuklanmaktan sokak sokak kaçan Mustafa Ural'ın peşinde gezerken keşke psikolojisini de daha yakından gözlemleyebilseydik diye düşünmeden de edemiyorum. Şiddetle tavsiye edebileceğim nadide bir eser. Şimdiden meraklılarına keyifli okumalar...
Bu aralar hep psikoloji ile ilgili kitaplar okumak istiyorum nedense ve bunun için Gülseren hanımın kitapları da ,yoğun çalışma tempomu göz önünde bulundurursam, gayet iyi.
Yine madalyon klinikte geçen olaylara değinilmiş. Bu kitabında bir çok hastayı detaylamasına değil de daha yüzeysel işlemiş Gülseren hanım. İçlerinden bir tanesini ve bence en yürek parçalayıcı olanını seçerek derinlemesine gözler önüne sermiş. Kliniğe gelip de tam bir deli gibi davranan Ala'yı anlatmış bizlere.
Ala'nın ilginç ve üzücü yaşam hikayesine büyük zorluklarla dahil oluyoruz. Küçükken yaşadığı konakta itilip kakılan, büyüdüğünde yüzüne bakılmayacak kadar çirkin olan, kir ve leke içinde üzerinde emanet gibi kıyafetlerle gezen genç bir avukat Ala, üstelik üniversitesini de dereceyle bitirmiş. Bir parmağı sürekli morluklar içinde... Tiz, çocuksu bir sesi var. Üstelik doğru düzgün de konuşamıyor. Çok zeki ve kültürlü bir kızın bu halde olmasının sebebi ne? Ala geçmişinde neler yaşamış?
Öyle bir anne kız ilişkisi anlatılmış ki kitapta, hayretler içinde kaldım. Zavallı Ala, demekten kendimi alamadım. Hayretten hayrete düşüren olaylar okudum. En üzücü yanı da, benim okurken hayretler içinde kaldığım bu dehşet yaşamı küçük bir kız çocuğunun yalnız yaşaması...
Akıcı, sürükleyici anlatımının Gülseren hanım kitabı oldukça günlük dille yazmış. Yine terimlere yer yok. Olaylar arasında anlatılan kısa hikayeler de hayli ilgi çekici. Bence okunması gereken kitaplardan biri, rahatlıkla tavsiye edebilirim.
Gülseren hanım bir önceki kitabında "sonraki kitabım aşkla ilgili olacak" deyip bambaşka bir konuyla karşıma çıkarak beni çok şaşırttı.
Kitabında; toplumumuzda hala tabu olan, konuşulması, okunması, araştırılması vs hala ayıplanan bir konu olan cinselliğin farklı üç boyutunu anlatıyor. İlkinde annesi, ablası ve kızı fahişe olan namuslu bir kadını ve akrabalarındaki bu durumun onda bıraktığı etkiyi gözlerimizin önüne seriyor. İkincisinde herkesin önünde tirtir titrediği Şevket Ağa'nın sorununu dinleyerek kaynağını buluyor. Sonuncu hikayede ise sado-mazo ilişkisine değiniliyor. Okudukça hayretten hayrete düştüğüm bir bölüm oldu. Ne karakterler, nasıl düşünce bozuklukları diyerek hayretten hayrete gittim.
Anlatımındaki yalınlık, akıcılık ve anlaşılırlık; olaylara kattığı kurgu kitabı yine hayli sürükleyici kılmış. Ve yine tıbbi terimlerden uzak bir kitap olarak bilgilendirmeye devam etmesi hoşuma gitti. Psikolojik vakaları sevenler okuyabilirler.
Adını daha önce mesleki çalışmaları ile duyduğum yazarın okuduğum ilk kitabıydı. Tüm psikologun defterinden notlar şeklinde olan kitaplar gibi bu da yazarın danışmanları ile olan seanslarını anlatıyor. İçinde tek bir terim yok. Günlük konuşma diliyle, gayet akıcı bir şekilde açık ve net olarak hastalıkları, belirtilerini, etkilerini vs gözler önüne sermiş. Yer yer hüzünlendiren, bolca düşündüren yaşanmışlıklarla dolu bir kitap.
Kitabı okurken "Kendi hayatımı yaşadığımı zannederken başkalarının hayatlarını nasıl da etkileyebiliyorum ya da başkalarından nasıl da etkilenebiliyorum." cümlesi içinizden geçiveriyor.
Okumayı düşünenlere geciktirmemelerini söyleyebilirim. Şimdiden keyifli okumalar
KENDİME NOT:
Vay arkadaş, bu nasıl kitap? Yarısı bilimsel yarısı kurgu... Ama hayli ilginç idi.
“ Geçmiş hepimizin içinde saklıdır ve bilimsel olarak ırk diye bir şey yoktur.”
“ 5300 yıllık bir cesedin akrabası olabileceğiniz hiç aklınıza gelir miydi?”
Kitabın arka kapağından alıntılarla başlamak istedim. Çünkü bu kitabı bana okutturan bu iki cümle oldu. Kitabı okurken bilimsel kısmından ve yapılan açıklamalardan hayli yeni bilgi edindim. Mesela insanlar arasındaki akrabalık bağını sadece babadan aktarılan dna ile değil de anneden kızına doğuştan aktarılan  Mitokondriyal dna’daki Kontrol bölgesi denilen kısım ile de öğrenebileceğimizi gördüm. Mitokondriyal dna’nın kontrol bölgesinde oluşan mutasyonlar ile atalarımız arasında Bağ kurulabileceğini öğrenmiş oldum.
Yazar bu araştırmalarını yaparken geçtiği merhaleleri de aktarmış. Bunu da gayet samimi ve içten bir dil kullanarak yapmış.
Avrupalı ırkın Mitokondriyal dna kontrol bölgesi testleri ile ataları arasındaki bağlantıyı kurgusal yedi kız ile örneklemiş. Bu yedi kıza ortaya çıktıkları yer ve zamana göre hayali isimler ve yaşam hikayesi yazmış. 
