Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Ezgi Toprak

Ezgi Toprak
@ezgitoprak
Öldürülen evlatlarının kaybını telafi etmek için bir oğul doğurma olasılığı yine Ademle Havva'ya düşmüştü, ama hayatta neden ve niçin olduğunu bilmeden çocuk yapmaktan başka hedef olmaması pek üzücü. Nihai bir hedefe, son nedene inananlar soyu sürdürmek için derler; oysa ki bu soruların ne olacağına dair hiçbir fikirleri yoktur ve sanki evrenin biricik ve nihai umuduymuş gibi, soyun neden sürmesi gerektiği sorusunu kendilerine hiç sormamışlardır.
Reklam
İnsanların tarihi, tanrıyla anlaşmazlıkların tarihidir ; o bizi anlamaz biz de onu.
Bütün bu kişileri ondan öyle çekip uzaklaştıracağız ki, onlara bir daha erişemeyecek. O zaman zavallı küçük Momo, yalnız kalacak. Bol bol vakti olmuş, neye yarar? Bir yük olacak zaman ona, hatta bir lanet! Er geç buna dayanamayacak hale gelecek.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Çeşit çeşit yalnızlık vardır. Momo'nunki çok az kişinin bildiği ve çok az kişinin dayanabileceği bir yalnızlıktı. Kendisini bir hazinenin içine kilitlemişler ve hazine her gün çoğala çoğala sonunda onu boğacakmış gibi geliyordu. Hiçbir çıkış yolu yoktu. Kimse ona ulaşamıyor ve o da kimseye varlığını gösteremiyordu. Dağ gibi bir zaman yığının altında bunalmış kalmıştı.
Yalnız geçirdiğin saatlerden sana ne kaldı? Seni ezen bir lanet, seni patlatan bir sıkıntı, seni boğan bir deniz, seni kahreden bir keder. Bütün insanlardan soyutlandın.
Reklam
"Bağ" derler veya "rabıta". Ama ona bakarsanız pranga da denebilir.
Artık entel değildim. Modern hayatın gerçeklerine ayak basmışım. Nedir peki modern hayatın gerçekleri? En başta geleni, bir şeyler satmak için daimi delice bir çaba içinde olmaktır. Çoğu insanda bu kendini satmak şeklini alır; yani bir iş bulup onu sürdürmek. Aklınıza hangi meslek veya uğraş gelirse gelsin, savaştan beri hepsinde de çalışan sayısı pozisyon sayısından fazla olmalı. Bu durum hayata tuhaf bir dehşet kazandırmıştır. Batan bir gemide on dokuz yolcu ve on dört cankurtaran yeleği olması gibi. Bunun nesi modern diye sorabilirsiniz. Savaşla ne ilgisi var diye. Doğrusu bir ilgilisi var gibi geliyor. Durmamacasına uğraşıp didinmek zorunda olduğunuz, bir başkasının elinden kalmadıkça hiçbir şeye sahip olamayacağınız, işinizin peşinde hep bir başkasının olduğu, gelecek ay veya daha sonraki ay personel çıkaracakları ve piyangonun bu sefer size vuracağı hissi...
Savaş eğer sizi öldürmüyorsa düşündürmeye başlaması kaçınılmazdı. O tarif edilemez aptalca kargaşadan sonra kimse toplumu piramitler gibi ebedi ve tartışılamaz bir varlık olarak göremezdi. Toplumun sabun köpüğü gibi olduğunu artık herkes biliyordu.
O sükunet, o suların yeşili, bendin çağıltısı! O günler bir daha gelmeyecek. 1913 bir daha gelmeyecek demek istemiyorum. İçimizdeki histen söz ediyorum; acele etmeme ve korku içinde olmama hissinden, zaten yaşadığınız için size anlatılmasına ihtiyaç duymadığınız, ya da yaşamadığınız ve artık yaşama şansınızı olmadığı histen.
Niçin? Çünkü bu işler böyledir. Çünkü sürdüğümüz şu hayatta - genel olarak insan hayatını değil, şu çağda ve şu ülkedeki hayatı kastediyorum - yapmak istediğimiz şeyleri yapmıyoruz. Hep çalıştığımız için değil. Çiftlik ırgatlarının veya Yahudi terzilerinin bile çalışmadıkları zamanlar vardır. Sebep bizi sonu gelmez aptallıklara koşan şeytan. Herşey vakit vardır ama yapmaya değer şeyler hariç.
Reklam
Geçmiş tuhaf şey. Hep yanınızda taşıyorsunuz. Bana öyle geliyor ki on, yirmi yıl önce olmuş şeyleri düşünmeden geçirdiğiniz bir saat bile yoktur; ama yine de çoğu zaman geçmişin, bir tarih kitabındaki bir sürü bilgi gibi, öğrendiğiniz bir olgular kümesinden ibaret kalması dışında bir gerçekliği olmuyor. Derken rastgele bir görüntü, ses veya koku ama özellikle koku sizi bir anda alıp götürüyor ve o zaman da geçmişi hatırlamakla kalmıyor, içine giriyorsunuz.
Ben kaba biriyim, duyarsızım üstelik çevreme de uyum sağlıyorum. Dünyanın herhangi bir yerinde bir şeyler komisyonla satıldığı ve hayatlar katıksız bir küstahlıkla, zarif duygulardan habersizce kazanıldığı sürece benim gibiler yolunu bulacaktır.
Yaşarken kendini üstün görenler, ölürken en çok korkanlardır.
Dünya savaşının kanlı mezbahaları da rahiplerin kutsamalarından yoksun kılınamazdı kuşkusuz. Dünyanın bütün ordularındaki papazlar, düzenledikleri ayinlerde ekmeğini yedikleri tarafın zaferi için Tanrı'ya yakardılar.
İnsanları boğazlamanın ilk hazırlıkları her zaman ya Tanrı adına ya da insanoğlunun kendi kafasında yarattığı yüce bir varlık adına yapılmıştır.
Ne zaman ki, Galiçya'daki Raab Irmağı'na bakan ormanlar, Avusturya ordularının arkalarına bakmadan kaçtığında tanık oldular; ne zaman ki, Sırbistan'daki Avusturya birlikleri gafil avlanıp çoktandır hakettikleri köteği yediler; Avusturya Savaş Bakanlığı, birden Şvaykı anımsadı. İmparatorluğun içine düştüğü kargaşadan çıkmasına neden o yardımcı olmasındı?
Reklam
Burada mantık diye bir şey kalmamıştı; adalet hüküm sürüyordu. Adalet boğazlıyor, çıldırıyor, öfkeden deliye dönüyor, kahkahalar atıyor, gözdağı veriyor, gebertiyor, aman tanımıyordu. Sorgu yargıçları, sanıkların üstüne yasa maddeleriyle saldıran Avusturya cangılının kaplanları, birer yasa cambazı kesilmişlerdi; hukukun cüppelerine sarınıyorlar, sanıkları yutup midelerine indiriyorlardı.
Bilişsel devrimden bu yana Sapiens böyle bir günlük ikilikle yaşıyor. Bir taraftan nehirlerin, aslanların ve ağaçların nesnel gerçekliği; öte yandan tanrıların, milletlerin ve şirketlerin hayali gerçekliği. Zaman geçtikçe hayali gerçeklik daha da güçlendi; öyle ki bugün nehirlerin, aslanların ve ağaçların yaşamı hayali varlıklar olan tanrılar, milletler ve şirketlerin insafına kalmış durumdadır.
Sapiens ise adeta bir muz cumhuriyetinin diktatörü gibi. Daha yakın zamana kadar savandaki orta halli yaratıklar olduğumuz için hala korku ve endişelerle doluyuz ve bu da bizi fazlasıyla zalim ve tehlikeli kılıyor. Ölümcül savaşlardan çevre felaketlerine pek çok tarihsel kötülük, bu çok hızlı gerçekleşen sıçramadan kaynaklanıyor.