"Ah nerede o eski mektup yazılan günler?!" diyeceğim, biraz klişe bir kalıp olsa da söylediğim.
Kenarı yakılan sarımtırak kağıtların üzerine inci gibi dizilen kelimelerin gizemli bir iklim oluşturan zarflara özenle yerleştirildiği mektupları heyecanla açıp okuma duygusundan mahrum bir nesil olmamızdandır belki bu söylediğim.
Dijital ortamda atılan mesajlar, emojilerle desteklenmesine rağmen mektupların insanın ruhuna işleten sıcaklığından mahrum. O nedenle "unutulan mektubun kefareti olarak" kaleme alınan bu mektupların muhatabı olan "dost"a imrendim, açık konuşmak gerekirse.
Yazılanlar sadece bir mektup değildi, hatta asırlar öncesinde alimlerin rahlesinden geçirerek dost meclislerine ilettikleri bir birikimi, bir derinliği ifade eden risaleleri de anımsatıyordu.
Kitabı elime aldığımda bir karar aldım, dedim ki tekrar tekrar okunası mektuplara bir işaret koyayım; ancak bir de baktım ki neredeyse tüm mektupları işaretlemişim.
Kitabın dikkatimi çeken bir başka özelliği ise; anlatılan konulara dair verilen örnekler, alıntılar, hikayelerdi. Her biri içimi ısıtmaya yetti.
Mektup yazmıyoruz, mektup almıyoruz artık. Kitabı okuduğumda mektubun muhatabı olan "dost"a teşekkür etmek geliyor içimden. Bizi de kendine ortak ettiği için.
Bizi kendimizi sorgulamaya iten mesajlar da pek aldığımız söylenemez. Onaylanmak hoşumuza gidiyor, tenkit edilmekten korkuyoruz, hemen savunmaya geçiyoruz kendimizi. O nedenle bize "acıyı da söyleyen" bir dost mesajı almamız gerekiyordu. Mektuplar bu konuda da tatmin ediciydi.
Okuyun, okutun, arada mektup yazın, mektup alın derim.