1.
ikimiz otobüsle uzak bir şehre gidiyormuşuz
kars'a mı desek
ardahan'a mı desek
yollarda kar bulut mavisi / dağlar duman
derin bir uykusuzluğa sarkmış yolcular
bir uçuruma sarkar gibi
sol taraftaki başucu sehpasına yerleştirdim onu
bir ampul taktım sarı soft hep istediğin gibi
ışığında bir mektup yazdım sana
teypte elton john'dan sacrifice
Beni terkettiğini bildirdiğin o telefon konuşması
Gözlerinin gencecik mavisi
birden başlayan, o, telaşla, bütün gece yağan
Yağmur geldi hatırıma
Nedenini hatırlamıyorum ama ağladım
Sabret, imtihandır. Sabret, dünya handır. Sabret, zamanı vardır. Kaybolup gidenlerin peşinden kederlenme.
Kitabımız üç bölümden oluşuyor Taş - K’ağıt - Makas olarak. Tasavvuf, maneviyat’ın ve tevekkülün bir kez daha önemini anlıyoruz. Bunlar aslında her birimizin içerisinde olan şeyler ona en derinlerde ulaşabilmek önemli. Felsefi cümlelerle
Dolunayda yaban avı kafilesi yola çıkarken, genellikle kaybolmuş ve mutsuz ruhlar üzerinde hak talep ettikleri, yıkıp geçtikleri yollar boyunca onları tatlı dille peşlerinden sürükledikleri uzun zamandır bilinen bir şeymiş. Çoğu kez, bu zavallı ruhlardan bir daha hiç haber alınmazmiş. Sarhoşlar meyhaneden eve dinerken yolda kaybolurmuş. O hafta
Bir sergiyle geldi bahar
Ne don vurur, ne meyve verir
Öylece bir çiçek düşlemesi
Ne güzel bir oyundur canım
Taşlara bakan gözün çiçeği görmesi
Benim memleketimde bugün
Kırk elli bin liradır
Gece mavisi
Yıldızlı göğün koynunda
Uzanırdım is kokan kaldırımlara.
Yorgana sarılır gibi sarılırdım
Gecenin kaskatı kesilmiş karanlığına.
Isıtır diye iç geçirirdim,
Buz gibi
Üzerime çökmüş
Karanlığın ıssızlığını.
Bu gün Bursa Yeşil Türbeyi Gezdik , Siz 1k Ailesi ile paylaşmak istedim Yeşil Türbe ile ilgili manzaraları
Kemal Kartal
***
Bursa'da bir eski cami avlusu,
Küçük şadırvanda şakırdıyan su;
Orhan zamanından kalma bir duvar...
Onunla bir yaşta ihtiyar çınar
Eliyor dört yana sakin bir günü.
Bir rüyadan arta kalmanın hüznü
İçinde gülüyor bana
Dansçılardan biri diğerlerinden daha narin ve güzeldi; ona görkem veren gece elbisesinin içinde, bir tanrıçayı andıran gülümsemesiyle ilerliyordu. Dansın sonunda tamamen çıplak kaldı, fakat, inanılmaz bir zariflik ve incelik sergilemekteydi o anda; projektörlerin ölgün mor ışığı altında, sedef gibi parlak uzun vücudu heyecan uyandırıcı solgunlukta bir tansık halini alıyordu. Çıplak gerisine küçük bir çocuk hayranlığı ile bakıyordum; o kadar güzeldi ki, sanki hayatım boyunca hiçbir zaman bu denli saf, bu denli gerçeklikten uzak bir şey görmemiştim.
Bir gece, yatağın üzerinde çıplak yatıyordu, ben de, yine çıplak bir şekilde, yanında ayakta duruyordum. Beni sinirlendirmek istiyor ve cesetlerden bahsediyordu... sonuçsuzca... Yatağın kenarına oturmuş bir halde ağlamaya başladım. Zavallı bir budala olduğumu söyledim ona; yatağın kenarına yığılmıştım. Solgunlaştı; çok korkmuştu... Dişleri takırdamaya başladı. Ona dokundum, soğuktu. Gözleri beyazlaşmıştı. Korkunç görünüyordu... O anda titredim, sanki kader, bağırmaya zorlamak için bileğimi büküyordu. Öylesine korkmuştum ki, artık ağlamıyordum. Ağzım kurumuştu. Üzerime bir şeyler giydim. Onu kollarımın arasına alıp konuşmak istedim. Tiksinerek itti beni. Gerçekten hastaydı...
Birkaç gün önce — ki bu gerçek, kesinlikle bir kabus değil -trajedi dekorunu andıran bir şehre geldim. Bir gece - bunu sadece daha acıklı bir şekilde gülmek için söylüyorum — döne döne danseden iki oğlancı ihtiyarı seyreden tek sarhoş ben değildim, bu bir rüya değildi ve kesinlikle gerçekti.
IŞIK MEZARLIĞI
birden demir kuşlar fazla şehir
demir ağaçların tamamladığı
yeşilden sarıya gözleri değişir
gagaları kırmızı neon yaprağı
asmalımesçit’te dolmuş durağı
yarı gece açıkça geçilmiştir
Eylül, her şeye yağlıboya bulaştırarak yürüyordu: Dönümlerce toprağa kakule sarısı, yanmış portakal rengi, kilometrelerce yola kızılımsı kahverengi, koyaklara, derelere hem gök hem de gece yarısı mavisi, gökyüzüne ise hüzünlü leylak rengi.
.