1.
ikimiz otobüsle uzak bir şehre gidiyormuşuz
kars'a mı desek
ardahan'a mı desek
yollarda kar bulut mavisi / dağlar duman
derin bir uykusuzluğa sarkmış yolcular
bir uçuruma sarkar gibi
sol taraftaki başucu sehpasına yerleştirdim onu
bir ampul taktım sarı soft hep istediğin gibi
ışığında bir mektup yazdım sana
teypte elton john'dan sacrifice
Beni terkettiğini bildirdiğin o telefon konuşması
Gözlerinin gencecik mavisi
birden başlayan, o, telaşla, bütün gece yağan
Yağmur geldi hatırıma
Nedenini hatırlamıyorum ama ağladım
Dolunayda yaban avı kafilesi yola çıkarken, genellikle kaybolmuş ve mutsuz ruhlar üzerinde hak talep ettikleri, yıkıp geçtikleri yollar boyunca onları tatlı dille peşlerinden sürükledikleri uzun zamandır bilinen bir şeymiş. Çoğu kez, bu zavallı ruhlardan bir daha hiç haber alınmazmiş. Sarhoşlar meyhaneden eve dinerken yolda kaybolurmuş. O hafta
Dansçılardan biri diğerlerinden daha narin ve güzeldi; ona görkem veren gece elbisesinin içinde, bir tanrıçayı andıran gülümsemesiyle ilerliyordu. Dansın sonunda tamamen çıplak kaldı, fakat, inanılmaz bir zariflik ve incelik sergilemekteydi o anda; projektörlerin ölgün mor ışığı altında, sedef gibi parlak uzun vücudu heyecan uyandırıcı solgunlukta bir tansık halini alıyordu. Çıplak gerisine küçük bir çocuk hayranlığı ile bakıyordum; o kadar güzeldi ki, sanki hayatım boyunca hiçbir zaman bu denli saf, bu denli gerçeklikten uzak bir şey görmemiştim.
Bir gece, yatağın üzerinde çıplak yatıyordu, ben de, yine çıplak bir şekilde, yanında ayakta duruyordum. Beni sinirlendirmek istiyor ve cesetlerden bahsediyordu... sonuçsuzca... Yatağın kenarına oturmuş bir halde ağlamaya başladım. Zavallı bir budala olduğumu söyledim ona; yatağın kenarına yığılmıştım. Solgunlaştı; çok korkmuştu... Dişleri takırdamaya başladı. Ona dokundum, soğuktu. Gözleri beyazlaşmıştı. Korkunç görünüyordu... O anda titredim, sanki kader, bağırmaya zorlamak için bileğimi büküyordu. Öylesine korkmuştum ki, artık ağlamıyordum. Ağzım kurumuştu. Üzerime bir şeyler giydim. Onu kollarımın arasına alıp konuşmak istedim. Tiksinerek itti beni. Gerçekten hastaydı...
Birkaç gün önce — ki bu gerçek, kesinlikle bir kabus değil -trajedi dekorunu andıran bir şehre geldim. Bir gece - bunu sadece daha acıklı bir şekilde gülmek için söylüyorum — döne döne danseden iki oğlancı ihtiyarı seyreden tek sarhoş ben değildim, bu bir rüya değildi ve kesinlikle gerçekti.
IŞIK MEZARLIĞI
birden demir kuşlar fazla şehir
demir ağaçların tamamladığı
yeşilden sarıya gözleri değişir
gagaları kırmızı neon yaprağı
asmalımesçit’te dolmuş durağı
yarı gece açıkça geçilmiştir
Eylül, her şeye yağlıboya bulaştırarak yürüyordu: Dönümlerce toprağa kakule sarısı, yanmış portakal rengi, kilometrelerce yola kızılımsı kahverengi, koyaklara, derelere hem gök hem de gece yarısı mavisi, gökyüzüne ise hüzünlü leylak rengi.
.
Yaseminden gerilmiş gibi bir ten…
o ağustos gecesi? Ağustos muydu?- o gece…
Yalnız gözleri hatırımda hayal meyal; gözleri sanırım maviydi…
Evet, evet mavi, gökyakut mavisi.
Seni bir haftadır arkası arkasına rüyamda görüyorum. Başın bir güneş parçası gibi aydınlık ve sıcak. Üstünde gök mavisi uzun bir entari var. Gerdanında mercanlar. Karşımda gülerek duruyorsun. Ben sana tam elimle dokunmak isterken, bir duman gibi kayboluveriyorsun. Rüyaya filan inanmadığımı bilirsin. Fakat seni her gece böyle görebilmek için buradaki uyanık saatlarımın hepsini seve seve verebilirim.
-Ne gerektir bu oyun için kadınlar?
-Biraz tül gerektir, biraz ölüm,
-Biraz fırtına gerektir, biraz esrar,
-Biraz ağu gerektir, biraz zemzem,
-Tepeden tırnağa şiddet gerektir, tepeden tırnağa şehvet.
-Hiçbir yüzün lekesi düşmemiş ayna gerektir,
-Karanlık uçurumların ve kör kuyuların ipi gerektir,
-Korkunun ve cesaretin saf bilgisi gerektir,
-Kem
Tabitha, Kyrian'ın gelişmiş duyularını uyaran pahalı parfümler kullanırken bu kadın gül ve yumuşaklık kokuyordu.
Artık Kyrian ona karşı öylesine şiddetli bir arzu duyuyordu ki kısa bir an için bu duyguyla sersemlediğini hissetti. Bir kadına böyle bir arzu duymasının üzerinden yüzyıllar geçmişti. Sadece bu de ğil, herhangi bir şey
Gece oluyor. Yazdığım sözcükleri artık görmüyorum. Size yazmayı bırakan, hareketsiz elimden başka bir şey görmüyorum. Ama pencerenin camında gökyüzü hâlâ mavi. Aurélia'nın gözlerinin mavisi daha koyu olsa gerek, görüyorsunuz ya, özellikle akşamları, duru ve dipsiz karanlığa dönüşmek için rengini yitiriyor olsa gerek.