1. TESADÜF DİYE BİR ŞEY YOKTUR. Yaşadığımız her deneyimin ve hayatta karşımıza çıkan her insanın, bize bir mesajı vardır. Özellikle sorunumuz olduğunda, yanıtları bize verecek insanlarla karşılaşırız. Rastlantı yoktur. Ama bu rastlantılara nasıl yanıt vereceğimizi, bize iletilen mesajları algılayabilme kapasitemiz belirler. Yolumuza çıkan biriyle
İslâm medeniyetinin kadim bir geçmişi olduğu için Müslümanlar geleceklerini inşâ etme adına her daim geçmişlerine müracaat etmek zorundadırlar. Asr-ı Saâdet dediğimiz bu büyük medeniyetin neşet ettiği zaman dilimi tüm Müslümanların asli kökleridir. Böyle olduğu için Müslümanlar “ İstikbalimiz köklerimizdedir. ” deyip kökleri ile olan bağı canlı tutmalı ve her daim ilhamlarını oradan almalıdırlar. Oraya yaslanmadan bir şeyler olmayacağını çok iyi fark etmelidirler. Çünkü bahse konu olan İslâm ise neşet ettiği ve en doğru bir şekilde yaşandığı dönem, tüm Müslümanlar için varılması hedeflenen bir gaye olmalıdır.
Sayfa 29 - Siyer Yayınları 8. Baskı Ekim 2022Kitabı okudu
Reklam
ÖNSÖZ Tarihin kırılma noktası kabul edebileceğimiz bir döneminde, insanın değişim ve dönüşümünü ele almak aynı zamanda tarihin seyrini incelemek demektir. Bugün İslâm dünyası ve Osmanlı üzerinde tefekkür edenlerin modernleşme boyunca kabul edilen rükünler etrafında yaptıkları tahlil ve tenkitler, şüphesiz geriye doğru İslâm dünyasının geçirmiş
Sayfa 5 - Dergah Yayınları, 1. Baskı: Ocak 2013Kitabı okuyacak
İnsan
Sofrasının müdavimleri sanatçılar, yazarlar, çizerler, bilim insanları, hukukçular ve hekimlerdi. Tiyatrodan sonra en çok üzerinde çalıştığı, okuduğu, öğrendiği, akıl yorduğu konu olan tıp mutlaka yer bulurdu kendine. Bir anlamda hobisiydi tıp. Uzmanlık alanı dahiliye, özel ilgi alanı ise beyin... Onun tıbba ilgisinin çekirdeği, tiyatro sevdasının özüyle aynıydı: İnsan! İnsanı anlamaktı bütün derdi. Ruhuyla, beyniyle, fizyonomisiyle, geçmişi ve geleceğiyle; kendini tanımak, insan malzemesini çözmek. Ve sonunda ya barışmak ya da kavgaya devam etmek...
Sayfa 124 - MundiKitabı okudu
Halk arasından bazı "cengaverler" çıktığında ve açıkça bilim düşmanı olan bu insanlar Evrim Kuramı'nı (ve hatta bilimin geri kalan her alanını) tamamen anlamışlar gibi, bilim ile alakası olmayan iddialar üzerinden halka hitap ettiklerinde, bilimin anlaşılması konusunda çok daha ciddi sorunlar doğabilmektedir. Bu kişilerin konu hakkında hiçbir akademik deneyimi ve geçmişi olmaması bir yana, sadece para ve ün peşinde olmalarından, buna yönelik her çalışmayı yürütmelerinden ötürü halkın bilime ve gerçeklere bakış açısı çok daha farklı boyutlara ulaşmıştır. Öyle ki, bilim dışı kaynakların süslü ve edebi sözleri, dünyanın dört bir yanında araştırmalar yürüten, ömürlerinin yarısından fazlasını bilimin ufacık bir dalını, minik bir adım da olsa ilerletmeye çalışan, onbinlerce farklı üniversite ve bilim kuruluşundan gelen, yüzbinlerce bilim insanının sözlerinin ve açıklamalarının ikinci plana atılmasına sebep olmuş, bu bilgisiz yığının içi boş lafları, halkın gözünde, konunun uzmanlarının makalelerinden daha değerli bir konuma ulaşmıştır. Halkımız, ömrünü bilime adamış insanların sözlerine değer vermek yerine, insanlara duymak istediklerini söyleyen kişilerin sözlerine kanmış, inanmıştır. İşte bir toplumun cahilleştirilmesinin en kolay yolu budur. Bilimi, toplumları manipüle etmek için kullanan bu insanların çabaları o kadar uzun zamandır süregelmektedir ki, sadece bir nesle ait bireyler değil, kuşaktan kuşağa aktarılan çarpık bilgilerden ötürü birçok nesil bilimi hatalı, eksik ve çarpıtılmış olarak öğrenmiştir.
İslâm medeniyetinin kadim bir geçmişi olduğu için, Müslümanlar geleceklerini inşa etme adına her daim geçmişlerine müracaat etmek zorundadırlar. Asr-ı Saâdet dediğimiz bu büyük medeniyetin neşet ettiği zaman dilimi tüm Müslümanların asli kökleridir. Böyle olduğu için Müslümanlar "İstikbalimiz köklerimizdedir" deyip, kökleri ile olan bağı canlı tutmalı ve her daim ilhamlarını oradan almalıdırlar. Oraya yaslanmadan bir şeyler olmayacağını çok iyi fark etmelidirler. Çünkü bahse konu olan İslâm ise, neşet ettiği ve en doğru bir şekilde yaşandığı dönem, tüm Müslümanlar için varılması hedeflenen bir gaye olmalıdır. Hal böyle olunca, Asr-ı Saâdet'e çağrı aslında geçmişe, nostaljiye bir çağrı değil; geleceğe, istikbale bir çağrıdır. Yaşanan zemini ihya etmeye, geleceği ise inşa etmeye bir çağrıdır. Bu hiçbir zaman unutulmamalı ve Siyer-i Nebi'nin gelecek inşasındaki etkisi her an hatırda tutulmalıdır.
Reklam
28 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.