Ölsem bile yeniden doğmak için ölürüm, toprağın en verimli katmanlarına düşer yüreğim dediysen eğer;
O zaman hadi baştan alalım her şeyi ve şimdi, bugün, bu zamanda
Doğursun bütün kadınlar seni.
Tertemiz bir sayfa açılsın önüne.
Geçmişin izleri olmadan yaşayıver yeni yılları.
Tuzlu suda beklemiş gibi ol.
İçinde acı zehirler kalmasın.
Alex Mıchaelides’in ilk romanı olan “Sessiz Hasta” kocasını ateş ederek öldürdükten sonra sessizliğe gömülen gizemli bir kadını ve onun bunu yapmasına sebep olan nedenleri ortaya çıkarmaya çalışan bir terapistin şok edici gerilim dolu hikâyesini anlatıyor. Her şey bir cinayet davasıyla başlıyor. Ortada bir ölü ve bir katil var ama Alicia kocası
Yaşamış olduğumuz depremden iki gün önce okumaya başladığım, depremden sonra okumaya ara verdiğim
Tarık Tufan 'ın kitabı. İçerisinde 1999 yılında yaşanan depreme ait bölümün olmasını sonradan okumam günler önce yaşadığımız felaketin acısını derinden hissettirdi.
Kitabın karakterlerine değinecek olursak:
Hakan : Kitabın ana karakteri. Kendi doğum
Bir romandaki kahramanın, acılarının biline biline o kitabın çöpe atılması gibi bir şeydi bu. İğne acıtıyordu ellerimi, ya çıkarılmalıydı ya da hiç dokunulmamalıydı. Amaçsız , basit ve sığ insanlar vardı ama mutlulardı. Benim ise çektiğim her kağıttan yalnızlık çıkıyordu. Dürüsttüm . fakat onlar bana üsttü. Yalanlar söylenebilirdi, üzerimde oyunlar oynanabilirdi, sağından solundan gözyaşı damıtan bir oyun tahtası gibiydim. Ama bu sefer ayaklanmıştım. İşte, işte ayaktaydım. Gücüm biterse de ayakta kalırım diye düşünüyordum. Yanıldım ve gene düştüm. Harbi düştüm. İyi düştüm. Kimseyi suçlamadım düşerken. Kimseye küsmedim. Yerle de barışıktım ben ve alışıktım da zaten. Nefret ettiğim bir şehirde kaygı ve geçmişin izleri dağlaşırken üzerimde, beni bilen de seven de üzebiliyormuş meğer. Mutluluğun ve huzurun olsa da kısa sürdüğü bu hayatta insanın sadece bir kez ölmediğiydi öğrendiğim tek şey. Oysa geçenlerde "umut var" yazmıştım defterime. Umut yok!