"Kendimi gece yarısı uğultularına bıraktım."
~•~
Klasik bir Zweig kitabı desek de aslında her kitabında biraz daha insan zihninin derinine indiğini görüyoruz Zweig’ın. Ve bu kitap Zweig'ın olağanüstü betimlemesinin, zihin gücünün ve gözleminin zirvesidir.
~•~
Kitap uzun bir öyküden oluşmaktadır. İki adamın yolu bir gemide kesişir ve doktor olan, yanındaki adama her şeyini dökülür. Hikaye bir kadının bebeğini aldırmak istemesiyle başlıyor, lakin bunu doktor uygun görmez, çünkü kadın kocasından olmayan bir bebeği taşıyordur. Derken kadın ''Ben kendim hallederim.'' diyerek doktoru tersler ve hikaye tam olarak burada başlar.
~•~•
Peki Amok Koşucusu nedir? Zweig neden böyle bir ad seçmiş?
Amok Koşucusu günümüzde ‘saldırgan, öfk
eli, cinnet geçiren’ demek. Yani psikolojik bir rahatsızlık. Lakin kitap bu kadar keskin bir anlam sunmuyor. Kitapta, Amok Koşucusunun anlamı ''Hayatımı kenara attım. Bilinmeze doğru canhıraş koşuyorum'' dercesine tanımlanmış. Aslında dönüp baktığımızda şu dünyada hepimiz birer Amok Koşucusuyuz. Hepimiz bir bilinmezliğin bulanıklığı içinde dönüyoruz.
~•~•
Dostoyevski nasıl ''Hepimiz Gogol'un paltosundan çıktık'' diyorsa biz de ''Akıntıya kürek çeken Zweig'in Amok Koşuculuğunda kaybolduk'' diyebiliriz.
~•~•
Zweig üniversite yıllarından beri ''Yaşamın anlamı yok. Anlamsız bir şeyin peşinden koşuyoruz.'' düşüncesiyle yaşıyordu. Bu kitap aslında ne bir doktorun, ne bir kadının öyküsü. ''Amok Koşucusu'' bir Zweig öyküsü.