Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Gönderi

370 syf.
7/10 puan verdi
·
6 günde okudu
Sibirya’dan Silivri’ye... Ölüler Evi’nin hayaleti hala tepemizde geziyor!
Dostoyevski ile 10. buluşmamız, yazarın Sibirya’da geçirdiği sürgün yıllarını Aleksandr Petroviç Goryançikov adlı bir karakter üzerinden anlattığı Ölüler Evinden Anılar kitabı ile gerçekleşti... Ölüler Evi’ndeki misafirliğim genel itibariyle keyifli geçmekle beraber zaman zaman oldukça sıkıldığım bölümlerin de yaşandığını itiraf etmem gerek. Dostoyevski kitaplarının, ele aldığı konular itibariyle evrensel etkileşim kurmada ne kadar başarılı olduğunu hepimiz biliyoruz. Ancak bu kitap özelinde kendi adıma aynı evrensel etkiyi üzerimde hissedemedim çok fazla... Diğer kitaplardan aşina olduğumuz ve Rus edebiyatı okurları olarak çoktan kanıksadığımız Rusça isimler konusunu bir tarafa bırakıyorum. Bu kitap, hapishane anılarını toplayan bir kitap olması hasebiyle, onlarca farklı insanın hayatına girip çıkması ve neticede ortada böyle bir isim kalabalığının bulunması gayet doğal... Ancak isimlerden de öte, dönemin siyaseti, yaşam biçimi, gelenekler, ibadetler, yemekler, küfürler ve ilişkiler derken günün sonunda ortaya kıpkırmızı bir RUSYA profili çıkıyor. Zaten bir hapishane tecrübesi yaşamadığım için orada kendiliğinden akan yaşamı anlamaya ve belki empati kurmaya çabalarken bir de bunun yanında bir okur olarak Rus olmamanın da yükünü ayrıca sırtlanmak zorunda kaldım... Bunun yanında, mahkumlar tarafından temsile hazırlanılan bir tiyatro oyununun sahne sahne yazıya dökülmesi veya sürgün hayatı boyunca atten keçiye, kazdan kediye kadar muhattap olunan tüm hapishane hayvanlarının tek tek anlatılması gibi detaylar da hayatın oldukça durağan geçtiği şu günlerde beklentilerimin tam aksine akıcıklıktan bir hayli uzaktı... Belki Dostoyeski bu kitabı öncelikle kendisi için kaleme almıştır, kimbilir... Anılarını, aklında kalan tüm detaylarıyla birlikte yazıya dökerek kalıcı belleğe atmak istemiştir belki de... ------------------------- Kendi adıma bu olumsuzlukların yanında kitaptan oldukça keyif aldığım, faydalandığım bölümler de oldu tabii ki... Dostoyevski gibi bir yazar, hayat kendisine iyi ya da kötü hangi sürprizi yaparsa yapsın, kader onu hayatın hangi durağına sürüklerse sürüklesin, genlerine nüfuz etmiş üstün gözlem gücünü, gözlemlediklerini biriktirme, onları bir merkez etrafında sıralayabilme, ve nihayetinde bu soyut görüntüleri cümleler vasıtasıyla somutlaştırabilme yeteneğini; piknikte de olsa, kumar masasında da olsa veya sürgünde de olsa her zaman yanında taşıyan ve çok etkili kullanabilen bir yazar... Hayatta bazı durumları ya da bazı ortamları yaşamadan, içinde bulunmadan anlamak, içselleştirmek, empati kurmak gerçekten çok zor... Sürgün hayatı, hapishane yaşantısı da bunların başında gelir kanımca... Gerçekten özgürlüğünüz elinizden alınmadan, yani hep içinizde bir yerde özgür olduğunuzun bilinci ve güveniyle yaşarken, asla tam anlamıyla bir mahkumun yaşadıklarını anlayamazsınız. Bunun belki bir istisnası olabilir; birinin çıkıp size bu dünyayı, yani ortamın atmosferini, kişilerin ruh hallerini, gündelik akışı, suç, suçlu ve ceza kavramlarını olabildiğince açık ve etkili bir şekilde anlatabilmesidir bu istisna... Böyle bir durumda, tüm bu evreni size anlatacak olan kişinin Dostoyevski olması tabii ki önemli bir şanstır okur için... Zaten Dostoyevski okumak, onun hayatını takip etmektir bir anlamda... Kendi otobiyografisini külliyatına dağıtmış bir yazardır Dostoyevski... Nasıl bir aşık, nasıl bir kumarbaz, ya da nasıl bir mahkum olduğunu üç aşağı beş yukarı romanlarını okuyarak çıkarımsamak mümkündür. ------------------------- Kitaptaki hapishane yaşantısı, mahkumların içinde bulunduğu şartlar, ceza sistemi v.b sürgün hayatına dair uygulamalar günümüzde geçerliliği tamamen yitirmiş durumda. Ya da daha doğru bir ifadeyle zamanın şartlarına göre form değiştirmiş bir şekilde varlığını sürdürüyor da diyebiliriz. Bizzat içinde bulunmadığımız iki farklı ortamı, yani geçmişin ve günümüzün hapishane yaşantısını kıyaslamak çok saçma olacağı için ancak edebiyat, medya ve sivil toplum kuruluşları gibi aracılar vasıtasıyla öğrendiklerimiz üzerinden fikir yürütebiliyoruz. Tabii zaman içerisinde belki insan hakları ve uygulamalar konusunda modernleştiğimizi düşünsek ya da o algıya inansak dahi, suçun ve suçlunun tanımlanması, organize bir şekilde suçlu ‘yaratılması’, gerçek suçluların bir şekilde aklanması, tutukluluk sürelerinin uzaması, ceza indirimlerinde ortaya çıkan adaletsizlik ve benzeri konularda gözlemlediğimiz hukuka aykırı uygulamaları gördükçe geçmişten günümüze modernleştik mi yoksa geriye mi gittik sorusu doğal olarak havada asılı kalıyor maalesef... Geçmişte gerçek suç işlemiş bir caniye, bir seri katile, kaçak bir askere veya bir hırsıza 1500-2000 sopalık ceza vermek (kemik kırarcasına), üzerine bir de çok pis ve kötü koşullarda sürgüne göndermek bugünün penceresinden çok acımasız ve insan haklarına aykırı görülebilir ilk bakışta... Ancak geçen yüzyıllar içerisinde bu tabloyu nasıl değiştirebildik diye bir göz attığımızda, karşımıza daha modern, daha insancıl görünen temiz, akıllı ve daha teknolojik bir anlayışla inşa edilen cezaevleri ve evrensel insan hakları bildirgelerine uygun cezalar çıkıyor ilk bakışta... Ancak bu akıllı ve insancıl cezaevlerini dolduran suçlu profillerinin önemli bir kısmının düşünce suçlusu olması, bazen atacağınız eleştirel bir tweet’in bile yolunuzu buralara düşürebileceği gerçeği, mevcut hukuk sisteminin ve adalet anlayışının, cezaevleri kadar modern olmadığı gerçeliğiyle yüzleşmemize neden oluyor... --------------------------- Yazının başlarında Ölüler Evinde Anılar kitabının biraz fazla ‘made in Russia’ olduğundan dem vurak romanın bu özelliğinin beni biraz yorduğundan bahsetmiştim. ‘Peki bunun yerli bir karşılığı yok mudur’ şeklinde bir soru gelebilir. Benim okuduğum kitaplar içerisinde bu kitabın Türk edebiyatındaki karşılığı
Kemal Tahir
Kemal Tahir
‘in ‘Esir Şehir’ üçlemesinin ikinci kitabı olan
Esir Şehrin Mahpusu
Esir Şehrin Mahpusu
adlı eseridir. Milli mücadele döneminde geçen bu değerli üçlemenin ikinci bölümü baştan sona hapishanede geçer ve kitabın baş kahramanı Kamil Bey’in gözünden hapishane hayatı tüm ayrıntılarıyla ve muhteşem bir gözlem gücüyle anlatılır. Birgün iki kitabı da okuma şansınız olursa ne demek istediğimi daha iyi anlayacağınızı düşünüyorum Bunun dışında, Kemal Tahir’in hapishanede geçen bir başka eseri
Karılar Koğuşu
Karılar Koğuşu
,
Orhan Kemal
Orhan Kemal
‘in
72. Koğuş
72. Koğuş
‘u,
Feride Çiçekoğlu
Feride Çiçekoğlu
‘nun aynı zamanda sinemaya da uyarlanan muhteşem eseri
Uçurtmayı Vurmasınlar
Uçurtmayı Vurmasınlar
da hapishane ve mahkum temalı eserler içerisinde ilk aklıma gelenler... ----------------------------- Suça ve cezaevlerine kendimizi ne kadar uzak görüyorsak, aslında bir o kadar da yakın olduğumuzu belirtmek isterim değerli dostlarım... İçinde bulunduğumuz dönemde, görünmeyen bir virüsün, milyarlarca insanı yönettiği bir dünyada, görünen, yaşayan somut bir hayatın içerisinde, başımıza asla bu gelmez dediğimiz her şeyle burun buruna olduğumuzu unutmayalım yeter! Dostoyevski’yi yıllarca sürgün tutan hayat bize neler yapmaz ki... Herkese keyifli okumalar dilerim...
Ölüler Evinden Anılar
Ölüler Evinden AnılarFyodor Dostoyevski · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 201914,5bin okunma
··
3.065 görüntüleme
Resul Bulama okurunun profil resmi
Necip hocam, sizden alışık olduğumuz dolu bir incelemeyle dönüş yapmışsınız, 2020'de bu ikinci incelemeniz, daha sık görmek istiyoruz incelemelerinizi... Bu arada Tolstoy ve Dostoyevski'yi 10'a eşitleyerek eşit mesafede durmaya çalıştınız galiba. Dostoyevski'nin diğer eserleriyle bunu kıyaslayarak okuma konusunda bize de fikir vermiş oldunuz. Sanırım diğer Dostoyevski kitaplarının daha çok biliniyor olması da bununla ilgili. Emeğinize sağlık, yeni incelemelerle, yine incelemelerle bekleriz :))
Necip G. okurunun profil resmi
Resul hocam, insanın kafası boşken yazmak için hem vakti hem enerjisi oluyor... İş hayatı home office falan dinlemeden tüm günümü ve enerjimi alıyor normalde:) Ancak bugün her anlamda yazmak için güzel ve zaman bakımından bonkör bir gündü:) İnşallah böyle günlerin sayısı artar ve daha çok şey paylaşırız hep birlikte... Geçen gün yazdığınız Anna Karenina incelemesinde de bahsetmiştim, düzenli olarak Dostoyevski ve Tolstoy kitapları okuyarak iki yazarın da külliyatını tamamlamaya gayret ediyorum... İki yazarda da 10 kitabı tamamladık. Dostoyevski'nin birkaç başyapıtı kaldı ki, her biri birer tuğla kalınlığında:) Tolstoy yolculuğu ise biraz daha uzun sürecek gibi... Dostoyevski'nin bu kitabı akıcılık ve etkileyicilik açısından benim nazarımda diğer kitaplarının daha gerisinde kaldı. Ancak Dostoyevski edebiyatını tanıma ve anlama noktasında stratejik bir önemi var bu kitabın. Çünkü onun edebi hayatında gerçekten bir köprü görevi görüyor... Çok teşekkür ederim değerli yorumunuz için... İnşallah daha sık yazar, daha sık görüşürüz... Selam ve sevgilerimle...
2 sonraki yanıtı göster
Oğuz Aktürk okurunun profil resmi
Eline sağlık abi, kendi düşüncelerini gayet açık bir şekilde ifade etmişsin. 7 puanlık bir izlenim bırakmış olması senin de dediğin gibi bu kitabın çok Rus olmasından dolayı olabilir. :) Zaten Dostoyevski sürgünden döndükten ve bu kitabı yazdıktan sonra sara vakaları tepe noktasına ulaşıyor. Arayışta olan Dostoyevski ile Ortodoks Dostoyevski’nin ortasındaki köprü olduğu için benim açımdan çok önemli bir kitap. Keşke her yazarı ana dilinden okuyup o kelimelerin ve karakterlerin milliyetlerini de o dillerin içinde tadabilseydik...
Necip G. okurunun profil resmi
Çok teşekkürler Oğuz... İlerlemekte zorlandığım ara bölümler olsa da genel anlamda faydalandığım bir eserdi. Dostoyevski’yi anlamak ve Dostoyevski edebiyatını tanımak anlamında da es geçilmemesi gereken bir kitap olduğu muhakkak... Çünkü dediğin gibi bu kitap bir kilometretaşı özelliği taşıyor aynı zamanda... Her yazarı ana dilinden okuma hayali gerçekten büyük bir hayal:) Her yazarı da geçtim, birkaç özel yazar var, onları dahi anadilden okuyabilseydim çok mutlu olurdum... Selam ve sevgilerimle...
2 sonraki yanıtı göster
Semih Doğan okurunun profil resmi
Kitaplığımda olmasına karşın başlayıp başlayıp okumaktan vazgeçtiğim Dostoyevski kitabı... Necip Abi kitap konusunda zevklerimizi çok benzer buluyorum. Kitabı hala bitirmemiş bir okur olarak 7/10 vermeni bile fazla buldum :) Eline sağlık, seni okumak her zaman bir zevk olmuştur...
Necip G. okurunun profil resmi
Bilmukabele dostum, çok teşekkür ederim. Kitap akıcılık anlamında zaman zaman zorladı beni. Fazla ‘Rus’ olmasıyla ilgili de fikirlerimi paylaştım zaten. Öte yandan, Dostoyevski külliyatı içerisinde bu kitabın özel bir konumunun olduğu da malum... Tuğlalara geçmeden önce bu köprüyü geçmem gerektiğini fark ettim. O anlamda faydasını da gördüm diyebilirim. Puanlar bu faydalanma kısmına gitti:) Kitap zevklerimiz konusunda kesinlikle aynı fikirdeyim. Senin şu meşhur Bernhard’ların falan arada bir dalgalandırıyor ortamı ama o da işin rengi tabii ki:) Tekrar teşekkürler, selam ve sevgiler...
Gülcan Coşkun okurunun profil resmi
Bazen bir kitap incelemesine rastlarız, başka bir okurun da zihninde kendimizinkiyle büyük ölçüde benzer, kitap içinde boğulduğu bölümlerden iyi bir okur olduğu için sağ salim çıkabildiğini görürüz. İncelemenin başında belirttiğiniz, içinde doğmadığımız ve yaşayarak da tecrübe edip tanımadığımız bizden olmayan bir kültürün izlerini yoğun taşıyan kitapları okumanın zorluğunu ve sıkıcı bölümlerinin sıkıntısını ben de bi süredir bugünlerde hâlen yaşıyorum.En son Proust serisinin ilki Swannların Tarafında Paris yaşantısı o binalar , resimlerin bir sanat tarihçisi uzman diliyle yazılması , eğlence anlayışları epiy sıktı ama kitaptan beklentim yüksek olduğu için sabır stoğumu saplam yapmıştım ve keyifli bölümleri kaçırmamış oldum böylece. Ölü Evinden Anılar kitabında kumar bölümleri vardı beni sıktığını hatırladığım..Yalnız mahkumların revirleri ve hastabakıcılar ile toplu yıkanma seansları bölümlerinden iyi sağ çıktım diye düşünmüştüm.Ve günümüz insanı olarak kendi ülkemin gerçeklerine tam olarak vakıf olamasam da sadece görebildiklerimden bile sezebiliyorum ve hapishane fikri korkutucu geldiğinden olsa gerek eleştirlerimi çoğunlukla kendime saklıyorum.Kilit bir pozisyonda yer edinmiş olsam kendimi ifade edeeken izlediğim yol açık seçik olabilirdi.Lakin basit bir öğretmenciği çok kolay harcarlar :)))) Bazen bir inceleme okuruz ,kendi zihnimizde işlenip duran bir okuma sorununun adını koyarız birden ve okumalarımızın yönünü değiştirme kararı almayı düşünürüz. Ben de bu günden sonra yabancı yazarların eserlerini bir müddet okumaya ara verme kararındayım. Ama birden değil, yavaş yavaş, elimdekileri bitirince.. Made in Turkey deneyeceğim bir süre, gittiği yere kadar.. İnceleme harika, bakın başka okurun düşüncesini yönlendiriyorsa bir de üstüne, faydalıdır.. Emeğinize sağlık:)
Necip G. okurunun profil resmi
Gülcan hanım çok çok teşekkür ederim... Yazdıklarım bir şekilde olumlu bir etki bıraktıysa gerçekten mutluluk verici... Yabancı yazarları (ve dolayısıyla yabancı kültürleri) okumanın gerçekten zor tarafları var. Ancak yabancı yazarları devre dışı bırakmak gibi bir lüksümüz kesinlikle yok:) Belki sizin de dediğiniz gibi, zor bir kitaba denk gelip, bir şekilde o zorluğu atlattıktan sonra dinlenmek için dahi olsa geçici bir süreliğine yerli edebiyata yönelebiliriz. Proust tabii bambaşka bir örnek... Ben de okudum Swannların Tarafı'nı ve o zorlukların pekçoğunu yaşadım. Ancak Proust'ta tek zorluk yabancı bir kültürü betimlemesi değil. O kitapta her cümlenin ayrı bir çözümlemeye tutulması gerekiyor. Bu anlamda gerçekten çok özel bir eser... Ancak incelemede verdiğim örnek üzerinden gidersek, diyelimki cezaevi temalı bir eser okumak istediniz. Ben Esir Şehrin Mahpusu kitabının, Ölüler Evinden Anılar'dan çok daha büyük bir etki bırakacağını düşünüyorum okur üzerinde... Bunu edebiyatın her dalına yayabiliriz... Ne yerli ne yabancı, edebiyatın hiçbir rengini devredışı bırakmadan ama anlık modumuzu iyi tespit edip doğru kitapları seçerek başarılı bir okuma yolculuğu yapabiliriz diye düşünüyorum... Bazen yazdığımız incelemeye yapılmış bir yorum okuruz, iyice çenemiz açılır:))) Daha fazla uzatmadan kaçıyorum... Tekrardan çok teşekkür ederim değerli vaktinizi ayırdığınız için... Selam ve sevgilerimle...
Hercaiokumalar /Ayşe okurunun profil resmi
Necip G. klasiği bir inceleme olmuş yine:) Sürpriz bozan hiçbir ifade olmadan önce.kitaptan sonra da konunun güncelle olan bağlantısından büyük bir vukûfiyetle bahseden, akıcı, etkileyici ve vurucu... Ama beni en cok vuran şu bölüm oldu, vurgulamadan geçmek istemiyorum: "İçinde bulunduğumuz dönemde, görünmeyen bir virüsün, milyarlarca insanı yönettiği bir dünyada, görünen, yaşayan somut bir hayatın içerisinde, başımıza asla bu gelmez dediğimiz her şeyle burun buruna olduğumuzu unutmayalım yeter! Dostoyevski’yi yıllarca sürgün tutan hayat bize neler yapmaz ki..." Emeğinize ve yüreğinize sağlık...
Necip G. okurunun profil resmi
Ayşe hanım çok teşekkür ederim, çok mutlu oldum:) İnsanın her an her şeye hazırlıklı olması, planlarını daha kısa süreli yapması, kendine çizeceği yolu da çizmekten vazgeçip artık yola çıkması gibi konular üzerinde daha çok düşünmeye başladım şu günlerde:) Artık başıma her an her şeyin gelebileceğinin bilincini zihnimde birkaç sıra daha öne geçti... Orada yazılan satırlar biraz da bu düşüncenin bir dışavurumu... Vakit ayırdığınız için tekrar çok teşekkür ederim... Selam ve sevgilerimle...
2 sonraki yanıtı göster
Kaan okurunun profil resmi
Çok iyi bir inceleme olmuş. Emeğinize sağlık.☺ Bununla birlikte hapishane konusunda bir tv programını öneririm: Dünyanın En Sıradışı Hapishaneleri. Sürekli aynı şey olması açısından her bölümü izlemek sıkabilir. Bu açıdan özellikle en azından Norveç hapishanesi ile diğer herhangi bir bölümdeki hapishaneyi izleseniz de yeterlidir. Hepsinde ortak aldigim duygu şuydu; sizin de incelemenizde gördüğüm bir unsur, suça ceza nasıl olmalı sorunsalı ve de özgürlüğün elinden alınmasının yarattığı etki.
Necip G. okurunun profil resmi
Çok teşekkür ederim Kaan hocam... Dünyanın En Sıradışı Hapishaneleri programına bir dönem denk geldiğimi hatırlıyorum ama tam olarak aynı program serisi olup olmadığından emin değilim. Youtube'dan bakacağım mutlaka... Suç ve ceza nasıl olmalı kısmı kitapta da sık sık vurgulanıyor. İki mahkum aynı suçu işlese dahi (mesela birini öldürmek) arkasında yatan nedenler farklı olabileceği için cezanın da hatta cezanın çekildiği yerin de farklı olması gerekir gibi bir çıkarımı var Dosto'nun... Suç ve ceza ile ilgili her şey bir tartışma konusu aslında... İçeriden birilerinin yazdıkları bu anlamda çok değerli... Selam ve sevgiler...
3 sonraki yanıtı göster
Bu yorum görüntülenemiyor
Burak okurunun profil resmi
İnceleme yazmak için gerekli vakti ve enerjiyi bulmana çok sevindim Necip abi, ben kitaba bir virgül koymuştum bir daha da elime alamadım :) Yine çok yönlü, bize farklı bakış açıları kazandıran bir paylaşım olmuş, emeklerine sağlık :)
Necip G. okurunun profil resmi
Ev karantinasına, sokağa çıkma yasağı ve günlerden Pazar olması da eklenince bana da oturup birşeyler yazmaktan başka seçenek kalmadı Burak:) Senin teşviğinin de payı yok diyemem tabii ki:) Bu kitabı bir okumada bitirebilmek için virgül koymadan ilerlemek şart. O virgülü koymak bazen çok cezbedici oluyor:) Ama tekrar dönüş biraz zorlayabilir... Çok teşekkür ederim, sevgiler...
Bu yorum görüntülenemiyor
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.