Şeriat-ı İslâmiye, aklî bürhanlar üzerine müessestir. Bu şeriat, ulûm-u esasiyenin hayatî noktalarını tamamıyla tazammun etmiş olan ulûm ve fünundan mülahhastır. Evet tehzibü'r-ruh, riyazetü'l-kalp, terbiyetü'l-vicdan, tedbirü'l-ceset, tedvirü'l-menzil, siyasetü'l-medeniye, nizamatü'l-âlem, hukuk, muamelat, âdab-ı içtimaiye vesaire vesaire gibi ulûm ve fünunun ihtiva ettikleri esasatın fihristesi, şeriat-ı İslâmiyedir. Ve aynı zamanda, lüzum görülen meselelerde, ihtiyaca göre izahatta bulunmuştur. Lüzumlu olmayan yerlerde veya zihinlerin istidadı olmayan meselelerde veyahut zamanın kabiliyeti olmayan noktalarda, bir fezleke ile icmal etmiştir. Yani esasları vaz'etmiş fakat o esaslardan alınacak hükümleri veya esasata bina edilecek füruatı akılların meşveretine havale etmiştir. Böyle bir şeriatın ihtiva ettiği fenlerin üçte biri bile şu zaman-ı terakkide en medeni yerlerde en zeki bir insanda bulunamaz. Binaenaleyh vicdanı insaf ile müzeyyen olan zat, bu şeriatın hakikatinin bütün zamanlarda, bilhassa eski zamanda, tâkat-i beşeriyeden hariç bir hakikat olduğunu tasdik eder. İşârât-ül İ'caz
1940'larda Sansür
1940’larda sansür bazen absürt durumlara yol açabiliyordu. “Yarın hava açık olacak” haberi üzerine Doğan Nadi’nin aldığı ağır ihtar gibi. Doğan Nadi haber kaynağı olarak Ankara Radyosu’nu gösterince, Sıkıyönetim Komutanlığı bu hayati konuyu Başbakanlığa aksettirmiş ve görülen lüzum üzerine şu tebliğ yayımlanmıştı: “Şifre: Umum Müfettişlere, Valiliklere, 3060-5722 / Geçmiş, halihazır ve gelecek zamanlara ait meteorolojik tahminlerin ve hadiselerin neşredilmemesinin bütün gazetelere tebliğini rica ederim. Başvekil namına, Müsteşar Vehbi Demirel.
Reklam
1961 Anayasası’nın dili, 1982 Anayasası ile mukayese edilmeyecek kadar güzeldi; dibacesi yani girişi şiirseldi ve bu şiirsel metin 27 Mayıs harekâtını ve onu yapanları meşrulaştırıyordu. İçinde “Üniversiteler devlet eliyle kurulur” gibi sonraki ihlallere hiç cevaz vermeyen kesin hükümler veya “Vatani görev herkesin hak ve görevidir” gibi yurttaş toplumuna özgün kurumlan kendine has, güzel üslupla ifade eden maddeler vardı. Oysa 1924 Anayasası meclis üstünlüğünü felsefe olarak korumakla birlikte parlamenter rejimi getiriyor, yürütme organı yetkileri ile birlikte teşkil ediliyor ve yargı erki mahkemelere devrediliyordu. Nitekim 1950’li yıllarda mahkemelerin bağımsızlığı ve hakim teminatı en çok tartışılan konulardan olacak ve 1961 Anayasası yargı bağımsızlığını getirecektir. Böylelikle hakimlere; “Görülen lüzum üzerine... yere tayin edildiniz” devrinin bitirilmesi düşünülmüştür. 1920 konvansiyonel sistemin son uygulamaları veya izleri sona ermişti.
Başta Yargıtay başkanı olmak üzere bir grup Yargıtay hakiminin bir sabah ve bir emirle emekliye sevk edilişleri, adli teminat sistemini, personel emniyeti bakımından sarsmıştı. Kaldı ki aynı kanun, bütün görevlileri tehdit ediyordu. «Görülen lüzum üzerine» bir vali, bir müsteşar, bir umum müdür ve her devlet görevlisi, istenildiği zaman hizmet dışı bırakılabiliyordu.
Balkanlarda ortaya çıkması melhûz olan vukuatı nazar-ı dikkate almasak bile dört Balkan hükümetinin ittifakı Türkiye için büyük bir tehlike teşkil ediyordu. Siyasal durumu biraz anlamayanlar böyle bir ittifak yapılabileceğine inanmıyorlardı. Çünkü Bulgaristan ile Sırbistan, Yunanistan ile Karadağ ve Sırbistan ile Yunanistan aralarındaki rekabet ve
1954 seçimlerine yaklaşırken hükümet basından gelen eleştirilere karşı ağır cezalar getiren bir yasa çıkarttı. Mahkemeye çıkartılan gazeteciler iddialarını ispat etmek hakkından da yoksun bırakılıyorlardı. Bu haksızlık birçok DP milletvekilini bile isyan ettirdi. 19 DP milletvekilinin “ispat hakkı” uğrunda verdikleri savaş Menderes tarafından alay
Reklam
95 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.