Eyvah başladı yine o sızı
Bir de ısrarcı, dur durak bilmiyor
Eylül yolcu ederken yazı
Gözyaşım usul usul çiseliyor
Gittim, defalarca gittiler
Bir tek yokluğun dinmedi, dinmiyor
Geçer üzerimden martılar, kanatları sen
Bir oğlan kızarır, yanakları sen
Pişman gecelerin sabahları sen
Kuruyup gözlerim, dökülür gibi
Ciğerim yerinden sökülür gibi
Acıta acıta öpülür gibi
Tuttu yine bu kalp ağrısı
Yok maalesef hiçbir çaresi
Günü gelmeden çekip gitmiyor
Hani annesinin bir tanesi
Şimdi kayıp bir çocuğa benziyor
Düştüm kalktım defalarca
Bu defa elim kolum tutmuyor
En güzel yanım sensin
Seni güzel sevebilmek
Gün güneşe kavuşur ya
Gece Ay ve yıldızlara
İşte ellerin işte gözlerin orada
Bitmiş nice özlemlerin ortasında
Bir sevdanın hikayesi başlar
Leyla ile Mecnun gibi Ferhat ile Şirin gibi değil
Daha saf delice bir sevdayla
Gamzelerine vurulmuş yaralı bir kalbim var
Ve acil müdahale için gülüşün lazım
Hani süzülür ya martılar gökte; kayıklar denizde, tren raylarda, arabalar yollarda. Hani süzülür ya sevdan içimin kuytusuna, tutamam. Seni de tutamıyorum, süzülüp gidiyorsun. benden uzakta, belki başka bir rüyaya, belki başka bir inanca, belkide-
ve sait faik… hikayecinin toplum içindeki yerini ada geceleri adlı öyküde şöyle anlattı:
“bütün kabile halkı buna kızmıştı:
‘bu herif çalışmayacak mı? oturup kayalara düşünecek mi? martı ölmüş. onu seyredip masal mı anlatacak?’
gündüz güneşin içinde böyle söyleyenler, gece olup da kütükler, çalı çırpı yanınca, öbür tarafta rüzgar, denizi homur homur söyletirken, martılar hala deli gibi bağrışırken, ben bir türkü, martının ölümünün türküsünü tutturacaktım. çalışanları bir üzüntü, bir garipseme, birbirine sokulma hissi saracaktı. sonra da bu hal belki de işe yaramaz adamın bir vazifesi olarak tanınacaktı. bir iki gün ağ tamir edecek, balık tutacak, beceremeyecek, fakat akşamları da onlara üzülüp sevinme arzuları veren türküleri söyleyemeyecektim. ‘ne susarsın be herif?’ diyeceklerdi, ‘hani bülbül gibi öterdin geceleri.’ ertesi sabah beni balığa çıkarken uyandırmayacaklardı. bırakacaklardı kendi halime…”
zaman: durmuş gibi
cihangir'de pazar günü şaşkınım
olmayan uykumu bölüyor bir akordeon sesi
bir çocuk ufarak sarı saçlı
eminim kara gözlüdür görünmüyor uzaktan gözleri
görünmüyor ki
sokak derin uykularda duyulmuş şey değil
cihangir'de geldiğim günden beri
gurbetliğimden beri
son travesti son bira şişesini yere çaldığından bu yana
kaç