Hani bazı binalar vardır, bütün ışıkları sönmüşken tek bir katının ışığı sabaha kadar yanar. İşte biz o sabaha kadar yanan ışıltılı evde yaşayanlarız. Uyumayan, uyuyamayan,
içinde bir yerde hep düşünen, düşündükçe düşünenleriz biz. İşin içinden çıkamayan, çıkamadıkça daha çok hapsolan, hiçbir șeyi kendi içinde halledemeyenleriz biz. Her șeye rağmen ayakta kalan ama ayakta kaldıkça mahvolan, mahvoldukça daha güçlü ayakta kalan, oysa çaresiz kaldıkça çaresizliğe sürüklenen, umut gördükçe
umuttan kaçanlarız biz. Biz kimiz biliyor musunuz, yıllarca o ışığı sabaha kadar yanan evde yaşamış ve birden kapkaranlık bir odaya hapsedilmiş, biri gelsin de ışıklarmızı
yaksın diye bekleyenleriz biz. İşte şimdi ben burada oturuyorum, ellerim Ege'nin bana yollattığı hediyesinde, ışıklı yorganımda Gözlerimden yaşlar akıyor, yorgana damlıyor ve işte o zaman ağlamamam gerektiğini anlıyorum. Ağlamamam gerek çünkü bu yorganı ıslatmamam gerek. Ağlamamam gerek, çünkü beni aydılatacak bu ışıkları
mahvetmemem gerek. Ağlamamam gerek çünkü Ege'yi üzmemem gerek. Ağlamamam gerek, kendim için, Ege için. Anlyor musun, İzmir? Benim artık ağlamamam gerek.