Aydınlanma ve dinde yenilenme deneyimlerinden geçen Batı dünyasının içinde yoğrulduğu hümanist kültür, yaşamın kaderine yön verme işlevini insan aklına bırakmıştır. O nedenledir ki Batı serbest akıldan, açık tartışmadan, siyaseti bizzat halkın katılımıyla yapmaktan ve oydaşlıktan yana olmuştur. Batının özgürlükçü siyasal kurumlarının ve yapısını temelinde bu yaklaşım vardır. Buna karşılık sadece bizim değil, sadece İslam ülkelerinin değil, ama hangi dinden olurlarsa olsunlar tüm üçüncü dünya ülkelerinin kültürlerindeki ortak ve temel özellik, tanrısal aklı ya da üstün aklı, toplumsal yaşamın tek hakimi sayma geleneğidir.
Mevlânâ Celaleddin Rumi'nin Kişilik Çözümlemesi
Erich Fromm Önsözü Bizler insan ırkının nükleer savaş sonucu maddeten yok olmakla tehdit edildiği ve insan bireyinin, kendisine diğer insanlara, tabiata ve emeğine gittikçe yabancılaştığı bir çağda yaşıyoruz. Dünyanın bütün ülkelerindeki insanların, hümanizmin 1 ilkelerinin yeniden tasdiki ile bu tehditlere karşı tepkide bulunmalannda hayret
Sayfa 11 - OttoKitabı okudu
Reklam
Monofizit inanış ve transhümanizm
Tanrı-insan arasındaki karşıtlık ve mücadele İsa-Mesih aracılığıyla aşılmaya çalışılmıştır. Tanrı, İsa-Mesih'e dönüştürülürken insan, tanrısallaştırılarak yeni bir insanlık/humanity sürecine girilmiştir. Ortaçağ Hıristiyanlığında insan-tanrı birleşimini, Rönesans ve Aydınlanma dönemindeki seküler-maddi yaklaşım, pozitivizmin tetiklediği
Sayfa 22 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İnsanoğlu hazza ve heyecana doymaz, diğer bir deyişle beklentisi ve arzusu sanki sınırsızdır Hümanist yaklaşım, gerçek anlamıyla insanı en azından Tanrı ile eşdeğer, hatta eylemler bakımından onun üzerinde görme yaklaşımıdır. Modernist sanatçı önce kadere, sonra Tanrı'ya "Çekil yolumdan!" diyor ve bu tarzıyla modernist toplumun gözünde büyüyor.
Sayfa 102 - 103Kitabı okudu
İNSANI SEVMEK
“İnsanı sevmek deyince bunu hümanist bir yaklaşım olarak anlıyorlar, hâlbuki mesele o değildir. İnsan, Hakk'ın kelâmına muhatap olmuş, ahsen-i takvim üzere yaratılmış, kendisine kerremnâ tacını giydirilmiş, “ve nefahtü fihi min rûhi” diye buyurulmuş , halifetullâh ve eşref-i mahlûk, en önemlisi de Cenâb-ı Hakk'ın muhabbetine mazhar bir varlıktır. Kâinat, insan için, insan da Allah için yaratılmıştır. İnsanı böyle bir varlık olduğu cihetiyle sevmeyen biri, zaten insanı sevmiyordur. Bir kişi, bu vasıfları görmüyorsa, ya onun güzelliğinden, ya teninden, ya şehvetinden, ya sözünden, ya malından ya da hüsn-i anından sebep o insana ilgi duyuyordur. Duvara bir ışık vurur ama o duvar ışığın kendisi değildir. Işığın o an mahal olarak seçtiği yerdir. Işık gidince duvar kalır. Yani ilk başta saydığımız özellikler olmadan bir insanı sevdiğini iddia ediyorsan, geçici özellikler kaybolduğunda onu sevmez olursun. Güzelliği için seviyorsan, güzellik gidince sevginden eser kalmaz. Parası olduğu için seviyorsan, malını mülkünü kaybettiğinde onu görmez olursun. Dolayısıyla “insanı sevmek’; insanın kıymet aldığı yer, değer kazandığı mevki açısından incelendiğinde bir önem ihtiva eder.
Sayfa 152 - Nesil YayınlarıKitabı okudu
"Beş duyu organının ve aklın her şeyin ölçüsü olduğu, doğruya hakikate ve mutluluğa ancak bunlar aracılığıyla ulaşabileceği şeklindeki hümanist düşünce, ilk bakışta insanı kendisine çeken ve onu derinden etkileyen bir yaklaşım olarak gözükür. Ne var ki bu yaklaşımın sosyal düzlemde ve toplumsal hayattaki yansımalarına baktığımızda, sonucun insan için, yalnızlık mutsuzluk, iç sıkıntısı kan ve gözyaşı şeklindeki tecelli ettiğini somut örnekleriyle birlikte görmemiz mümkündür."
Sayfa 24 - DİB
Reklam
28 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.