Hay bin Yakzan’ı incelemeye benim dilim yetmez. Ben burada şu an size bu kitaba ulaşma ve okuma hikayemi anlatacağım.
Dünya Klasikleri’ni okumaya başladığım zamanlarda ilk başvurularımdan biri Robinson Crusoe idi. Kitaba hayran kaldığımı belirtmeme bile gerek yok. Daha sonra bu kitabı araştırdım ve Daniel Defoe’nin Robinson’u yazarken esinlendiği bir kitap varmış.
Gulliver’in Gezileri. Tabiki hemen bu arkadaşı da elde edip okudum. (Aynı dönemlerde yaşamışlar, tam tersi bir esinlenme söz konusu da olabilir.)
Benim bu tarz imgesel anlatımlı romanlara ilgim okudukça arttı ve peşini bırakmadım. Sonra duydum ki Robinson Crusoe’a alternatif bir roman yazılmış. “Cuma” (Michel Tournier) Fakat bu kitap benim için tam bir yıkımdı, anlatamam okumadan anlayamazsınız.
Böyle böyle gizliden gizliye benim için serileşmiş durumda olan bu roman akımının başını araştırmaya karar verdim ve her şeyin İbn Tufeyl ile başladığını öğrendim. Bakmayın böyle dediğime İbn Tufeyl‘in de ötesi varmış. O da Yunan asıllı birinin Salaman ve Absal adlı imgesel öyküsünden esinlenmiş.
Evet, şimdi, bu dünya klasiğini okuyarak hayranlık duyduğum imgesel anlatım olayının aslında Endülüslü büyük alimlerden biriyle başladığını öğrenmek beni üzdü abi. Robinson Crusoe 1719’da yazılmış. Hay bin Yakzan’ın yazılması 12.yüzyıl, Türkçeye tercümesi 1923 :/ Müslümanlar yine dur durak bilmeden her şeye geç kalıyordu. Diyecek bir şey yok.
Ama bu çok güzel bir maceraydı. Saygılar, sizi de bekleriz.