Dünyaya bakış açımı değiştiren, sonunda oturup uzun uzun düşündüğüm, bir şeyleri anladıkça mutlu olduğum bir kitaptı.
Martılar üzerinden, biz insanlara verilen öğütler... Hepimiz uçmayı unutmuş martılarız, bilenleriyse dışlıyoruz.
Bir insan, değişik bir fikir ortaya attığında, toplumun ön yargılarını, zincirlerini kırmaya çalıştığında, o insan bir şekilde engelleniyor. Bunu Richard Bach, Jonathan Livingston adlı bir martının gözünden anlatıyor.
Her gün gelen balıkçı teknelerinin etrafında uçup balık tutmak yerine, takla atmayı, hız yapmayı, daha yükseklere uçmayı öğrenmeye çalışıyor Jonathan.
Ve bir gün, sürgün ediliyor. Daha sonrasını spoiler vermemek için anlatmayacağım fakat, her bölümün sonunda -ki dört bölümlü- bir şeyleri kafanızda oturtuyorsunuz.
Elinizde iki farklı resimde yap-boz var ancak şekilleri aynı. Yazar bir yap-bozu tamamlarken, biz hayretle bakıyoruz farklı desenlerin aynı şekilde oturduğuna.
Derin bir şekilde incelemeyi bırakıp, üslubuna geçiyorum. Betimlemeleri güzeldi, insanı zorlamadan gözünün önünde hemen canlandırıyordu resmi.
Süsten uzak cümleleri vardı ve sürükleyiciydi. Sayfalar parmaklarınızın arasından kayıp gidiyordu ve fark etmeden kitap bitiyordu.
Son bölüm sonradan eklenmiş. Ve benim asıl gözümü açan, olanları fark ettiğim kısımdı. Bütün kitap boyunca yüzümü okşayıp beni ferahlatan bir rüzgar, dördüncü bölümde vurdu yüzüme. Üşüdüm, donarak baktım şimdiki halimize...
Gerçekten okunması gereken bir kitap. Umarım bir gün hepimiz uçmayı öğreniriz...