Usnelli'nin aklına sözcükler,sözcükler geliyordu peş peşe, iç içe geçiyordu, satırların arasında açıklık kalmıyordu, sonunda birbirlerinden ayırt edilemez oluyor,minicik beyaz aralıkların bile gitgide yok olduğu bir kördüğüme dönüşüyordu ve yalnız karanlık kalıyordu, en koyu karanlık,içine girilemeyen bir çığlık gibi umutsuz.
Güzel şeyleri birkaç kelimeyle tanımlamakla yetinen ben, yıkık dökük, yıllanmış şeyler karşısında tıpkı Usnelli gibiyim ben de ...söyleyecek bir sürü şey buluyorum.
“Sonra onlara, “İçine düştüğümüz yıkımı görüyorsunuz” dedim, “Yeruşalim yıkılmış, kapıları ateşe verilmiş. Gelin, Yeruşalim surlarını onaralım, utancımıza son verelim.””
NEHEMYA 2:17
2:17: Kentin surları ve kapıları IÖ 586'da Nebukadnessar tarafından yıkılmıştı ve onarma girişimlerine rağmen hâlâ yıkık durumdaydı. Halk ve önderler bu görüntüye alıştıklarından dolayı başka birinin, kenti hâlâ eski haliyle hatırlayan birinin onları girişimde bulunmak üzere teşvik etmesi gerekmişti.
"Varsın olsun, yollar çamurlu,evler yıkık dökük ,insanların giysileri yırtık ya da yamalı,kediler köpekler bakımsız olsun. Bacalardan çıkan dumanlarla sokaklara tezek kokusu yayılsın varsın... Köyümüzün insanı bizim; yolları evleri bizim;kedileri,köpekleri ve de tezekleri bizim. İnsanlarımızın yürekleri sevgi yüklü. Yolları düzeltip evleri yenilemek,elektrik getirip her yeri aydınlatmak,evin içine musluk takıp su akıtmak,odalara televizyon kurmak... Zor değil ki! Elbet bir gün onları da yaparız."
İçine baktı.
Yoksul, hatta eşyasız bir ev... Kırık kapısından girip yıkık pencerelerinden üflüyordu rüzgâr. Kedersizce yaşadığı bunca yıl, hep pırıltılı bir seçkinlikle güle oynaya geçtiği tüm günler... Ona sadece bomboş bir iç bırakmıştı.
Abraxos’la gecenin içine uçarlarken onlara ne bir açıklama yaptı ne de veda etti. Ejderhasını tam da muharebe meydanındaki o yıkık alanın ortasına uçurdu. Manon gözyaşları arasında gülümseyerek, neşeyle ve kederle gülümseyerek Çorak Topraklar’dan gelen o kıymetli çiçeği yere bıraktı. Minnetle ve sevgiyle. Böylece bileceklerdi. Asterin bilecekti. Onun, avcı sevgilisinin ve çocuğunun el ele yürüdükleri o yerde savaşın kazanıldığını, başardıklarını bileceklerdi.
Geride kalanların eve gittiğini bileceklerdi.
Böylece geceden geceye
Karanlığın Şili kıyıları boyunca
Derin olduğu uzun saatte
Kaçak geçiyordum kapıdan kapıya.
Öteki yoksul evler
Öteki eller
Vatanımın her kıvrımında bekliyorlardı adımlarımı
Sana hiçbir şey anlatmayan
Bu kapıdan bin kez geçtim
Bu yıkık duvardan bu çiçeği solgun pencerelerden Bu benim için bir sırdı
Hayatın çırpınan sırrı
Şehadetin içine sindiği
Kömür bölgelerindeydi
Kıyının limanlarında
Antartika takım adalarının yanında
Dinle, belki bu çınlayan sokakta
Öğle sokaklarının müziğinde
Ya da parkın yanındaki
Bu pencere içinde
Ki insan fark edemez başka pencereler arasında
Aydınlık bir çorba tabağıyla
Ve masa üstünde bir yürekle
Beklerdi beni
Bütün kapılar benimdi.
Vücutlarımız birbirimize en kolay vereceğimiz şeydir; asıl mesele hayatımızı verebilmektir, baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip oradan tek bir ruh çıkmaktır.
Seni özgürce ve korkusuzca sevebilmek için neler verebileceğimi bilseydin..
Bu aşk, hayatının bütün o eski aşklarından hiçbirine benzemeyecekti, her zaman
adam birkaç yüzyıl
senin gördüğün şu suyun kenarında oturdu
çıplak ayakla oturdu
her yıl bir iki çakıl taşını o suya attı
onu görenler
bir kadını beklediğini sandılar
bir kadın gelirse
onu kurtarır sandılar