Neden? Bu kadınları geride tutan şey nedir?
Korku, diyor Dr. Symonds. Kadınlar, gelişim sürecinde yapısal olan kaygıyı yaşamak istemiyor. Bu, yetişme tarzıyla ilgili bir sorundur. Kız çocuklarına, kendini ortaya koyucu ve bağımsız olmaları değil, gerçekten de geride kalmaları ve bağımlı olmaları öğretilir. Şimdi sinyalin verilmiş olması ve
"bağımsız" olmalarına izin verilmesi, kadınları içsel bir kargaşaya sürüklemiştir. Kız çocuklarının içine işlenen bu "bağımlılık çekirdeğinin" çevresinde, “birbiriyle ilişkili olan ve birbirini pekiştiren bir kişilik eğilimleri toplamı gelişir," diyor Symonds. Bu eğilimlerin gelişmesi yıllar alır. "Oturmuş herhangi bir
kişilik yapısında olduğu gibi, [bu kişilik özelliklerinden de] kaygısız vazgeçilemez."
"Dolayısıyla günümüz kadınının kendini bu kadar yıkık hissetmesine neden olan şey, kişilik yapısının tamamından vazgeçilmesi ya da bunu yapma zorunluluğunun algılanmasıdır."
Yıkık harabeye yolun düşerse,
Yuvasından ayrı eşi hatırla.
Damla damla dolan bir kap taşarsa
Sabrın çatlattığı taşı hatırla.
Kör bulutlar maviliği boğarken,
Yıldırımlar yeryüzünü döverken,
Gökten şarıl şarıl yağmur yağarken
Neden? Bu kadınları geride tutan şey nedir?
Korku, diyor Dr. Symonds. Kadınlar, gelişim sürecinde ya pısal olan kaygıyı yaşamak istemiyor. Bu, yetişme tarzıyla ilgili bir sorundur. Kız çocuklarına, kendini ortaya koyucu ve ba ğımsız olmaları değil, gerçekten de geride kalmaları ve bağımlı olmaları öğretilir. Şimdi sinyalin verilmiş olması ve "bağımsız” olmalarına izin verilmesi, kadınlan içsel bir kargaşaya sü rüklemiştir. Kız çocuklarının içine işlenen bu "bağımlılık çe kirdeğinin" çevresinde, "birbiriyle ilişkili olan ve birbirini pe kiştiren bir kişilik eğilimleri toplamı gelişir," diyor Symonds. Bu eğilimlerin gelişmesi yıllar alır. "Oturmuş herhangi bir ki şilik yapısında olduğu gibi, [bu kişilik özelliklerinden de] kay gısız vazgeçilemez."
"Dolayısıyla günümüz kadınının kendini bu kadar yıkık his setmesine neden olan şey, kişilik yapısının tamamından vaz geçilmesi ya da bunu yapma zorunluluğunun algılanmasıdır.
"Bu kuytu ve çukur bahçe, benim mezarım;" dedi, " bu rutubetli topraklara, bu yıkık setlerin altına, bu yosunlu havuzun suları içine ne arzular, ne emeller, ne hulyalar gömdüm!"
yalnızlık, yalnızlık: bir kemer, bir dolu sadak gerginliğiyle
bir at koşup koşup ulaşırken yıkık bir köprüye,
kimsesiz kalırken yağmuru ve karı yağmış gök,
yabancı bir böcek görüp de bir çocuk
bir dalgaya binerek çekilirken içine.
Neden? Bu kadınları geride tutan şey nedir? Korku, diyor Dr. Symonds. Kadınlar, gelişim sürecinde yapısal olan kaygıyı yaşamak istemiyor. Bu, yetişme tarzıyla ilgili bir sorundur. Kız çocuklarına, kendini ortaya koyucu ve bağımsız olmaları değil, gerçekten de geride kalmaları ve bağımlı olmaları öğretilir. Şimdi sinyalin verilmiş olması ve "bağımsız" olmalarına izin verilmesi, kadınları içsel bir kargaşaya sürüklemiştir. Kız çocuklarının içine işlenen bu "bağımlılık çekirdeğinin" çevresinde, “birbiriyle ilişkili olan ve birbirini pekiştiren bir kişilik eğilimleri toplamı gelişir," diyor Symonds. Bu eğilimlerin gelişmesi yıllar alır. "Oturmuş herhangi bir kişilik yapısında olduğu gibi, [bu kişilik özelliklerinden de] kaygısız vazgeçilemez." "Dolayısıyla günümüz kadınının kendini bu kadar yıkık hissetmesine neden olan şey, kişilik yapısının tamamından vazgeçilmesi ya da bunu yapma zorunluluğunun algılanmasıdır."
Dava kitabı aslında sisteme yapılan en iyi eleştiridir. Hukuk sistemine olan eleştiri… Josef K’yı yargılayan toplumdur. Hapishane hayatı yaşamamış olması tutsak olmadığı anlamına gelmez. Aslında kitabı okurken size sistemin bazı çıkmazlarını ve bu çıkmazların onu tecrübeleriyle aşacağı izlenimini verir. Çünkü kendisi de toplumun bir parçasıdır. Hem de insanlarla iletişimin en güçlü olduğu bir konumda… İçinde bulunduğu davası onu sürekli çıkmaz sokaklara çıkarır. Bir adım daha yaklaştığını hissettiği zaman K, aslında daha da batmaktadır bu köhne zihniyetin içine. Haklı olduğunu, suçsuz olduğunu bildiği halde artık kendisi de bu sistemin içerisinde yerini alır. Hayıtını artık bu dava şekillendirmeye başlar. İşi, evi ve yaşantısı artık bir davaya bağlıdır. Nereye giderse yanında artık davasını da götürür. Son olarak dava karara bağlanır ve K’ya bu sistemin değiştirilemeyeceğini gösterir bir yıkık binada…
Usnelli'nin aklına sözcükler,sözcükler geliyordu peş peşe, iç içe geçiyordu, satırların arasında açıklık kalmıyordu, sonunda birbirlerinden ayırt edilemez oluyor,minicik beyaz aralıkların bile gitgide yok olduğu bir kördüğüme dönüşüyordu ve yalnız karanlık kalıyordu, en koyu karanlık,içine girilemeyen bir çığlık gibi umutsuz.
Güzel şeyleri birkaç kelimeyle tanımlamakla yetinen ben, yıkık dökük, yıllanmış şeyler karşısında tıpkı Usnelli gibiyim ben de ...söyleyecek bir sürü şey buluyorum.
“Sonra onlara, “İçine düştüğümüz yıkımı görüyorsunuz” dedim, “Yeruşalim yıkılmış, kapıları ateşe verilmiş. Gelin, Yeruşalim surlarını onaralım, utancımıza son verelim.””
NEHEMYA 2:17
2:17: Kentin surları ve kapıları IÖ 586'da Nebukadnessar tarafından yıkılmıştı ve onarma girişimlerine rağmen hâlâ yıkık durumdaydı. Halk ve önderler bu görüntüye alıştıklarından dolayı başka birinin, kenti hâlâ eski haliyle hatırlayan birinin onları girişimde bulunmak üzere teşvik etmesi gerekmişti.
Böylece geceden geceye
Karanlığın Şili kıyıları boyunca
Derin olduğu uzun saatte
Kaçak geçiyordum kapıdan kapıya.
Öteki yoksul evler
Öteki eller
Vatanımın her kıvrımında bekliyorlardı adımlarımı
Sana hiçbir şey anlatmayan
Bu kapıdan bin kez geçtim
Bu yıkık duvardan bu çiçeği solgun pencerelerden Bu benim için bir sırdı
Hayatın çırpınan sırrı
Şehadetin içine sindiği
Kömür bölgelerindeydi
Kıyının limanlarında
Antartika takım adalarının yanında
Dinle, belki bu çınlayan sokakta
Öğle sokaklarının müziğinde
Ya da parkın yanındaki
Bu pencere içinde
Ki insan fark edemez başka pencereler arasında
Aydınlık bir çorba tabağıyla
Ve masa üstünde bir yürekle
Beklerdi beni
Bütün kapılar benimdi.
Önce bir firavunun mezarını seçtim konut olarak. Ama bu yeraltı saraylarında bir büyü dolanır durur, karanlıklar eski buhur dumanlarıyla yoğunlaşmış gibidir orda. Lahitlerin dibinden gelen acıklı bir ses duydum, çağırıyordu beni. Kimi zaman da duvarlara çizili korkunç şeyler birden canlanıveriyordu gözümün önünde. Kaçtım Kızıldeniz kıyısına kadar, yıkık bir kaleye sığındım. Orda, taşlar arasında sürünen akreplerdi yalnız arkadaşlarım; tepemin üstünde de kartallar dolanıyordu hep, mavi gökte. Gece pençeler tırmalıyor, gagalar ısırıyordu beni, yumuşak kanatlar sürtünüyordu üstüme. Korkunç ecinniler kulaklarımın içine var güçleriyle bağırıp yere seriyorlardı beni. Bir defasında, İskenderiye'ye giden bir kervanın yolcuları imdadıma geldiler, sonra da aldı götürdüler beni.