Gerekli dua ve ayetleri unutmasına rağmen yirmi beş yıl köpekler Mevlut'u hiç korkutmamışlardı. Ama şu son iki yılda Mevlut onlardan yeniden korkmaya başlamıştı. Onlar da bunu fark ediyor, Mevlut'a havlıyor, onu sıkıştırıyorlardı. Acaba ne yapmalıydı?
"MESELE DUA, AYET DEĞİL, NİYETTİR" dedi Efendi Hazretleri. "Bozacı, sen son zamanlarda milletin rahatını kaçıracak bir şey yaptın mı?"
"Yapmadım," dedi Mevlut. Elektrik tahsil işine bulaştığını söylemedi.
"Belki yapmışsındır da farkında değilsindir," dedi Efendi Hazretleri. "Köpekler bizden olmayanı sezer, anlar. Onlarda bu haslet Allah vergisidir. Bu yüzden Avrupalıları taklit etmek isteyenler köpeklerden korkar. Osmanlı'nın belkemiği Yeniçerileri katlederek Batılılar'a bizi ezdiren II. Mahmut İstanbul'un köpeklerini de katletmiş, öldüremediklerini Hayırsızada'ya sürgün etmişti. İstanbullular aralarında dilekçe imzalayıp köpeklerini sokaklara geri istediler. Mütareke yıllarında İstanbul işgal altındayken, İngilizler Fransızlar rahat etsin diye köpekler gene katledildi. İstanbul'un güzel halkı köpeklerini gene geri istedi. Bütün bu tecrübeyle artık köpekler kim kendilerine dost, kim düşman, derinden sezerler."
Günümüz insanını ne bilgisizlik ne doğa ne de hastalık öldürecektir. Şimdiki muazzam ve silahlı uygarlığı yok etmekle tehdit eden tehlike yine insanın kendisidir. "O her zamankinden iyi yaşayabilir, ama nasıl yaşaması gerektiğini her zamankinden daha mı az bilmektedir?" İnsan kim olduğunu bilmeden başka bir şeyden nasıl söz edebilir?17
#Okudum
#KitapYorum
#YunusBalı
#ÇelikKalkanlarveAltınBağlar
#KanonYayınları
#Tarih
#143Sayfa
#Kitabaaşıkokumayasevdalı
Merhaba arkadaşlar,
Bugün sizlere Kanon Yayınları'ndan çıkan, Yunus Balı'ya ait "Çelik Kalkanlar ve Altın Bağlar" isimli tarih kitabını tanıtmaya çalışacağım. Alman İmparatorluğu'nun, Osmanlı
19. yüzyılın ilk yarısına kadar mahalleleri yönetenler imamlardı. İmam, padişah beratı ile tayin ediliyordu; mülki ve beledi amir olan kadı’nın mahalle düzeyindeki temsilcisi gibiydi. II.Mahmut döneminde mahallelerde imam yanında muhtarlık kurumu meydana getirildi
OSMANLI’NIN ŞAİR SULTANLARI
Osmanlı İmparatorluğu padişahları arasında şiir yazan, hatta divan oluşturanlar hiç de az sayıda değildir. Şair padişahlar ve mahlasları (takma adları) ise şöyledir:
II. Murat: Muratî
Fatih Sultan Mehmet: Avnî
II. Bayezit: Adlî
Kanuni Sultan Süleyman: Muhibbî
III. Mehmet: Adnî
I. Ahmet: Bahtî
II. Osman: Farisî
IV. Murat: Muratî
II. Mustafa: İkbalî
III. Ahmet: Necib
III. Mustafa: Cihangir
III. Selim: İlhamî
II. Mahmut: Adlî
Mithat Paşa gibi bir veziri, Mahmut Paşa gibi bir damadı boğduran, en namuslu, gayretli ve bilgili insanları zindanlarda, menfalarda çürüten, muhitini hafiye ağları içinde kuklaya çeviren insandan ne beklenir.
Dün İttihat ve Terakki'yi de boğdun. Mithat Paşa'nın Jön Türkleri gibi onların da mahvolduğuna belki inandın. Fakat fikirler ölmüyor, birbirine zincirleniyor. Muhakkak her diktatör gibi fikirler arasında sen de boğulacaksın.
Tursun Bey, Fatih'in Tarihi adlı bu çalışmasında 1442 – 1488 yılları arasını kapsayan 46 yıl anlatmaktadır. Ve gerçekten kısa, öz, abartısız, akıcı bir anlatımdır.
Fakat tabi Osmanlı tarihi demek hep kan, gözyaşı, yağma talan, işgaller, haksızlıklar, hukuksuzluklar tarihidir aynı zamanda.
Zaten yağma, talan dönemi sona erince de Osmanlı’nın
İmparatorluğun son dönemi ve cumhuriyetin kuruluşu sürecinde siyasi kişiliklerden, askerlerden, edebiyattan, vs.. her alandan 100 kişinin değerlendirmesi var. Ben ESG'nin değerlendirmelerini çok aydınlatıcı buluyorum. Mondros sonrası Atatürk'ün Samsun'a gidişi süreci ve genelgeler, meclisin Ankara'da açılması süreci savaşlar,
Harbiye'nin kuruluşu çağdaşlaşma tarihinin belki en önemli olayı oldu diyebiliriz. Bundan sonraki dönemin bellibaşlı olayları, bu kurumun eğitiminin sağladığı askerî ve düşünsel etkiler, bu kurumun siyasal gücü elinde tutanlara karşı tutumu, mezunlarının askerî, siyasal ve kültürel hayatta aldıkları yerler göz önünde tutulmadan anlaşılmaz. Kul sisteminin yok oluşu ile eski Osmanlı geleneğinden kopuşun yerine, II. Mahmut'un kurucusu olduğu yeni Osmanlı devletinin toplumla devlet arasındaki ilk bağlantısını kuran kurum olduğu gibi, bu bağlantının sarsıldığı zamanlarda oynadığı rol ulusal birliğin gelişimine, ileride göreceğimiz aşamalarda da hizmet ettiği gibi sözünü ettiğimiz Osmanlı devletine ve onun sembolü olan Osmanlı padişahlığına bağlılığını da en sonunda bu okulun yetiştirdiği Mustafa Kemal ile koparmıştır. Harbiye ve ordu, siyasal olayların inip çıkmaları içinde aldığı rollerle geçen aşamalardan sonra, Türk ulusal birliği ve bağımsızlığı lehine bu bağı ilk koparan kuruluş olmuştur.
İki Mustafa’nın yolu bu kez “31 Vakası” olarak bilinen ve II. Abdülhamit’in tahtan indirilmesi ile sonuçlanan 31 Mart gerici ayaklanması olayında kesişir.
Mustafa Kemal gericilerin “Şeriat isteriz, gavurluk istemeyiz, mektepli zabit istemeyiz” diyerek başlattıkları isyanı bastırmak üzere Selanik’ten İstanbul’a gelen Mahmut Şevket Paşa yönetimindeki Hareket Ordusu’nun Kurmay Başkanıydı. Mustafa İsmet de Hüsnü Paşa Karargâhının, Edirne Grubunun Kurmay Başkanı idi.
Rumi tarihle 3 Nisan 1909’da II. Meşrutiyet’in ilanından sonra başlatılan ve 31 Mart Vakası olarak anılan isyan; rejime, yenileşmeye ve ilerlemeye yönelik bir hareketti. III. Selim ve II. Mahmut’un yenileşme hareketlerine karşı yapılan isyanların devamı idi. Özü; yenileşme ve Batılılaşma hareketlerinin reddidir. Rumeli’den İstanbul’a getirilip Taşkışla’ya yerleştirilen 4. Avcı Taburu tarafından başlatılmıştı.
31 Mart, askeri bir isyan olarak başlamasına rağmen, softaların da katılımı ve propagandası ile dini bir hal almıştır. On üç gün süren isyan, Hareket Ordusu tarafından bastırılmış ancak çok kan akıtılmıştı. İsyanın elebaşısı aslen Kıbrıslı bir İngiliz ajanı olan Derviş Vahdeti idi.
Cumhuriyet döneminde de benzer bahanelerle, din elden gidiyor söylemleri ile aynı gruplar tarafından isyanlar çıkarılmıştır. Menemen Olayı bunlardan biridir. Günümüzde de Cumhuriyete, Atatürk’e karşı girişimler ve söylemlerin temelinde 31 Mart isyanı düşüncesi ve yandaşları vardır.
Her eski için, onun yeni olduğu bir başlangıç gerek. II. Mahmut döneminde sarığı çıkarıp, "gavur işidir" diye (Viyana kökenli olduğundan) fesi giymiyenler, Cumhuriyet döneminde, aynı gerekçeyle, fesi çıkarıp şapkayı giymek istememişlerdir.
René Descartes , iyi kitaplar okumanın, bu kitapları kaleme alan geçmiş yüzyılların en kültürlü zihinleriyle sohbet etmek ya da daha doğrusu, bu zihinlerin en iyi düşüncelerini açıkladıkları iyi yönetilmiş bir diyaloğa katılmaya benzediğini ifade etmiştir.
Feldmareşal
Helmuth von Moltke'nin daha önce dilimize çevrilen Türkiye Mektupları yapıtını okumuştum. Oysa bu yapıt,
Carl Von Clausewitz'ten sonraki en büyük askerî dehalardan birini anlamak için yeterli değildi. Nihayet bu büyük dehanın harp sanatına dair yazılarının derlendiği yapıtını temin edebildim. Descartes'ın ifadesiyle, geçmiş yüzyılların askerlik ve strateji alanındaki sayılı dehalarından birinin en yetkin düşüncelerini açıkladığı bir diyaloğa katılmak, haliyle heyecan verici bir tecrübe olacak.
Moltke'nin bizim için önemi ise Sultan II. Mahmut döneminde Osmanlı İmparatorluğu'nda 1835-1839 yılları arasında askerî danışman olarak görev yaparak ordumuzun modernleşmesine önemli katkılar sağlamış olmasıdır.