Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Müslümanların arasında ya da hükümet ile vatandaşlar arasında çıkan bir anlaşmazlığın giderilmesi için elde olan usullere göre herhangi bir neticeye varılmazsa, kesin karar için Kur'ân-ı Kerim ve Sünnet'e müracaat edilmelidir. Allah ve Rasûl (s)'un mahkemesinden çıkacak her karar hem hükümet hem diğer Müslümanlar için bağlayıcı olacaktır. Zâten
Sayfa 203Kitabı okudu
İstanbul’da İngiliz elçisi olan kocası Edward Wortley-Montagu (1678-1761) ile 1716-1718 yıllarında Türkiye’de kalan Lady Mary Montagu (1689-1762), etnik-merkezli olmayan, hümanistik Doğu/Batı karşılaştırmasının öncüsü sayılabilirdi. Batı’da yazılanların çoğunu Doğu’nun hakiki kültürüne, ruhuna nüfuzdan uzak gören Montagu, medeniyetlerinin
Sayfa 238Kitabı okudu
Reklam
Din Ve Kanun
Genel olarak Müslüman, birey olarak var değildir. Müslüman olarak yaşamak ve ayakta kalmak istiyorsa eğer o, ortam, topluluk ve düzen yaratmak mecburiyetindedir. O dünyayı değiştirmek zorundadır, aksi taktirde o değişecektir. Tarihte var olan hiçbir hakikî İslami hareket yoktur ki aynı zamanda siyasî hareket olmasın. Bunun sebebi İslam'ın bir din olmakla beraber aynı zamanda da onun bir felsefe, ahlak, düzen, tarz, atmosfer, tek kelimeyle hayatın tamamını kuşatan bir şey olmasındandır.
Bu nokta, "İslâmı önce kendimiz yaşayalım" tarzındaki, İslâmı birkaç şekil ve kaide zanneden aksiyon kaçaklarının tekerlemesine de açıklık getirme zorunluluğunu vurgulamaktadır: Sosyal - siyasî hayat, aynı gaye etrafında ayrılmaz bir bütündür... Genişliğine hayat sahası kaydıyla söyleyelim ki, bağlı olunan düşüncenin ona zıt rejiminde "yaşayabilme" buudları ise, o rejimin müsaadesi dairesindedir ve şüphesiz kendisi için rahatsız etmeyici kabul ettiği saha kadardır. Misâl bu ya: Laik Amerika ve Komünist Rusya'da yaşayan Müslümanları ele alalım... "Senin namazına engel olan mı var? Din işleri ayrı, dünya işleri ayrı... Kıl namazını, yat aşağı!"... Üstelik inisiyatife bırakılan bu sahanın bile düzenin duygu ve düşünce tesiri içinde değerlendirilebileceği göz önünde tutulursa, yaşayabilmenin mümkünlüğü ortaya çıkar. Buna, "kendi düşünce sistemine uygun bir yaşama kendi sistemin olmadan mümkün ise, düzen değişiminden bahsetmenin mevzuu yoktur." şeklindeki doğruyu da ekleyebiliriz. Düzen gayesi, yani dış iyilik sağlanabilsin ki, iç iyiliği bozan tesirlerden korunabilmek mümkün olsun... Görüldüğü gibi, inanılan sistem genişliğine insan meseleleri içinde yaşanamıyorsa, "yaşamak" cihadın gereğini yerine getirme ve cihad ahlâkı olarak doğar; bundan kaçınmak ve sadece ahlâkî düşünmek, sadece ahlâksızlıktır.
Hıristiyanların “abartılı cinsellik korkusu” modern zamanlara kadar devam ederken, Müslümanlar, tam aksine, modern zamanlara kadar cinsellikle daha barışık olageldi. İslam hukukunun en muhafazakâr âlimleri bile, “kadınların cinsel zevk hakkı”na atıfta bulunurlardı. İslam âlemindeki cinsellik tasavvuru da, Batı’dakinden çok farklıydı. Batılılar cinsel ilişkiyi erkeğin kadın üzerindeki üstünlüğünü gerçekleştirdiği bir “savaş alanı” olarak görürken, Müslümanlar “yumuşak, paylaşılan zevk” olarak değerlendiriyorlardı. Ayrıca, Müslümanlar, “cinsel tatminin, uyumlu bir sosyal düzen ve mamur bir medeniyet için gerekli olduğuna” inanıyorlardı. Fakat, o günden bugüne, köprünün altından çok sular aktı. İslam ve Hıristiyan kültürleri arasında sanki roller bugün neredeyse tamamen değişmiş durumda. Genç kuşakların cazip Batı kültüründen büyülenmesinden, Müslüman din adamları şikâyet ediyor. İslam, son derece katı disiplinli ve hatta bazen kendi kendine eziyet eden bir din olarak görülürken, Hıristiyanlık ise, esnek ve özgürlükçü bir dinmiş gibi algılanıyor. Aynı şekilde “cinsellik korkusu” denen şey de, Batı değil İslam toplumlarında görülüyor. Kısacası Batı bugün özgür, rahat ve zengin... İslam âlemi ise fakir, endişeli ve tam olarak özgür değil... Peki ama niçin? Ne oldu da böyle oldu? Eğer İslam Doğu’yu aydınlattıysa, o aydınlanmış Doğu’ya ne oldu?
DOĞAN KİTAP - İnceleme/Araştırma
Din Ve Kanun
İslami düzen, en kısa biçimde şu şekilde tanımlanabilir: Din ve kanun, terbiye ve güç, ülkü ve çıkarlar, manevi toplum ve devlet, gönüllülük ve zorlamanın birliğidir. Bu unsurların sentezi olarak İslami düzenin iki temel öngörüsü vardır: İslami toplum ve İslami iktidar. İlki İslami düzenin içeriği, ikincisi de formudur. İslami iktidar olmadan İslami toplum tamamlanmamış ve güçsüzdür; İslami iktidar ise İslami toplum olmaksızın ya ütopya veya zulümdür.
Sayfa 43 - Fide yayınları
Reklam
Bir Müslüman tek başına var olamaz. Hayatını bir Müslüman olarak yaşamak ve idame ettirmek istiyorsa bir çevre, cemiyet ve düzen yaratması gerekir. Yani dünyayı değiştirmek zorundadır, aksi hålde kendisi değişime tabi olacaktır. Tarih boyunca hiçbir hakiki İslami hareket yoktur ki aynı zamanda siyasî bir hareket olmasın. Bunun nedeni İslam'ın bir din olmanın yanı sıra bir felsefe, ahlak, düzen, tarz ve bir atmosfer yani tek kelimeyle entegre bir hayat biçimi oluşudur.
Osmanlılar Süleyman'ı "Muhteşem" nitelemesiyle değil de, restore etmeye çalıştıkları şeyin onun iktidarı sırasındaki hukuki düzen olduğunu vurgulamak için, "Kanun koyucu (Kanuni)" adıyla hatırlamışlardır. Bu düzenin temsilcisi olarak özellikle bir şahsiyet öne çıkmaktadır: hukukçu Ebussuud (yak. 1490-1574). Osmanlı ideal hukuk kavramı, özünde çok basittir. İmparatorluk İsla­mi idi ve İslam hukuku, şer) -ya da bugün yaygın kullanımdaki adıyla şe­riat-, hukuki mükemmelliğin tecessümüydü. Sorun şuydu ki, şeriat pek çok açıdan gerçekliğe uygulanamıyordu ve aslında her zaman seküler hu­kuk sistemleriyle birlikte var olmuştu. Bu, geçmişteki ve günümüzdeki di­ğer tüm İslami siyasalar kadar Osmanlı İmparatorluğu için de doğrudur.Bununla birlikte, 17. yüzyılın başlarında ortaya çıktığı görülen ve modern tarihçilerin sıklıkla tekrar ettikleri bir Osmanlı geleneği, I. Süleyman ikti­darında Ebussuud'un seküler hukuku şeriatla uyumlu hale getirdiği ve ne­ticede ideal bir İslami hukuk sistemi yarattığını ileri sürmektedir.
Sayfa 1 - Tarih Vakfı Yurt YayınlarıKitabı okudu
573 öğeden 371 ile 380 arasındakiler gösteriliyor.