Cezanın amacı, asırlardır hukukçuları olduğu kadar; düşünürleri, sosyologları ve fikir adamlarını yakından ilgilendiren konulardan birini oluşturmuştur. Uzun yıllar cezanın asıl amacı caydırıcık olarak kabul edilmiştir fakat son yüzyıllarda cezanın suç işleyen kimsenin ıslahını sağlamak için devletin kanunla belirlediği bir tedbir olduğu daha ziyade kabul ediliyor. Fakat ölüm cezası çok tartışılıyor, hala dünyada ABD ve Çin başta olmak üzere 4 ülkeden 1'inde idam var. Ülkemizde de 1984'ten beri fiilen 2004'ten beri ise hukuken yok. Zaten olduğu sürece de çoğu zaman siyasi suçlarda uygulandı (Bkn. İstiklal Mahkemeleri, Mendres-Polatkan-Zorlu, Deniz-Hüseyin-Yusuf ve 80 de Evren'in deyimiyle bir sağdan bir soldan). Neyse çok uzatmıyayım ben siyasi suçlar haricinde belli başlı suçlarda ölüm cezası ya da hapisten daha fazla caydırıcı olacak cezalar gelmesini istiyorum, mesela cinsel istismar davaları. Bu konu daha çok uzar ben kitaba geçeyim;
Victor Hugo Paris'te idamların yapıldığı meydana yakın bir yerde oturduğundan sürekli giyotinli idamlara tanık birisi ve bu durumdan rahatsız, kitapta ölüm cezasına oldukça karşı hele ki yazıldığı dönemi düşünürken kral falan varken muhalafet, adam ilk baskılarında yazar olarak ismini yazmamış isimsiz yayınlamış. Yazar deneme inceleme ya da eleştiri tarzında yazılarla değil roman yazıp, baş karaktere bir idam mahkumunu koyup onun yaşadıklarını resmen okura hissettirerek ölüm cezasına eleştiri getiriyor. Okunabilir bir kitap en azından Sefiller gibi 1724 sayfa değil sadece 136 sayfa.
İncelemeye başlamadan evvel, farklı yayınevlerinden çıkmış bu kitabın, sayfa sayısının bir olmadığı hususunda malûmat vereceğim. Ben kitabı Ayraç Yayınları'ndan temin edip okuduğumda, Doğan Kitap baskısı arasındaki sayfa farkını bilmiyordum. Yeni baskıya önsözü 2008 tarihinde yazılan Ayraç yayınları 464 sayfa tutarken; baskı yılı 2018 olan Doğan
Kılıç Ali’nin Atatürk’ün fedaisi, hatta tetikçisi gibi davrandığını bildiğim için “onun anılarından öğreneceğim ne olabilir?” diye düşünürdüm fakat son yıllarda Atatürk ve tek parti döneminden kalma faşist, hukuksuz, adaletsiz, zalimane uygumlalar, dayatmalar, karanlık cinayetler artınca onun anılarını da okuma ihtiyacı hissettim.
İyi ki de
Konya'da istiklal mahkemesi başkanlığı yapmış olan pars, bir karınca bile öldürmediği halde yüzlerce adam astigini, bu yüzden Tanrıdan af dilediğini ifade etmiştir.
Türkiye'de çok enteresan şeyler yaşanıyor sayın seyirciler!
Resmen yüzde 98'i Müslüman olan ülkede, en önde gelen üniversitelerden birinde, Müslümanlar gizli gizli cami yapmak çabası içine girmişler.
Bundan daha sarsıcı ve şaşkınlık verici olan şey, Ülkede etkin şekilde habercilik yapıp sürekli olarak "özgürlük", "eşitlik",
Ulusal Kurtuluş Savaşı kahramanlarından, bugün bu topraklarda, kendi devletimizde özgürce yaşıyorsak bunu borçlu olduğumuz bir avuç Kuvayi Milliyeci'nin en önde gelenlerinden ve her şeyimizi borçlu olduğumuz Ata'mızın can dostu; günümüzde kendilerine yakıştırılan çirkin ifadeyle, "İki Ayyaş" dan ikincisi İsmet Paşa'nın bir rüzgar gibi
Melikşah Sezen / Vuslat Dergisi
Türkçülük İdeolojisi ve Mâturîdîlik: Bir İdeoloji İstikametinde Mâturîdîliğin Keşf ve İstismarı
Ehl-i Sünnet dairesi içinde yer alan kelâm fırkalarının kurucu iki reisinden bir tanesi olan İmam Ebû Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâturîdî es-Semerkandî (ö. 333/944) ve ona nispetle anılagelen itikadî
“İttihat ve Terakki'nin, özellikle triyumviranın Osmanlı İmparatorluğu'nu hiç hazır olmadığı ve istemediği bir savaşa zorla ve aceleyle soktuğu iddiası 1918'den sonra, özellikle İttihatçıların yargılandığı işgal dönemi mahkemeleri ile 1926 İzmir Suikasti'nin ardından yapılan İstiklâl Mahkemeleri'nde çok tekrar edilmiştir. Bununla birlikte, savaşa girmenin kaçınılmaz olduğu, İttihatçı liderliğin asıl suçlanması gereken noktanın savaşa giriş zamanı ve şekli olduğu da çok tekrar edilir. İşin siyasal boyutu çok tartışılır olmasına rağmen, kültürel boyut gözardı edilir ya da üstü kapatılır. Çünkü yukarıdaki sayfalarda Turancılığa doğru süratli bir gelişim sergilediğini gördüğümüz Türkçü hareket, Ağustos-Kasım 1914 tarihleri arasında Turancı ve Panislamist yönelimli bir savaş kışkırtıcılığı ve propaganda etkinliğine gömülmüş durumdadır. Türkçü hareketin bu etkinliğe kendiliğinden ve dağınık bir biçimde değil, bir emir doğrultusunda ve belirli bir merkeze bağlı olarak, sistemli bir
biçimde giriştiğine dair kanıtlar vardır.”
Türk Edebiyatı ve Birinci Dünya Savaşı 1914-1918, Erol Köroğlu
Söz konusu mahkemelerinin hiçbir suçları yokken Sadece "gergi düşünüldü" gibi bir muğlak ifadenin arkasına sığınarak idam ettiği, darağacında sallandırdığı binlerce, onbinlerce mü'minin dramı, acısı ve hikayesi...
Varlık vergisi, Ahır haline getirilen camiler, istiklal mahkemeleri, köy enstitüleri, Lozan, açık seçim gizli sayım vali olan parti başkanları İsmetpaşa döneminin unutulmayan hatırıları olarak kalacaktır her zaman..
Kandan Adam, Abdullah Aren Çelik'in ikinci romanı.Benim de okuduğum ikinci kitabı yazarın.
Diyarbakır'ın mekân olarak seçildiği romanda kar da ana bir karaktermiş gibi kitabın başından sonuna kadar arzı endam ediyor.
Diyarbakır'ın soğuğunu iliklerimde hissettim.
Gözden düşmüş cinayet masası polisi Ahmet Boz, arşivde görevlidir artık.Gözden düşmesinin nedeni olan cinayet vakasının devamı gibi görünen gelişmelerle birlikte, hayatını yeniden düzene sokacağını düşünür.
Ahmet Boz sadece mesleki olarak değil, evliliğinde de çıkmaza girmiştir. Polisiyeye yakın duran Kandan Adam, tarihi, politik gerçeklerden besleniyor.Diyabakır'ın Osmanlı'dan, Cumhuriyet Dönemi'ne ( İstiklâl Mahkemeleri), 1990'lı yılların karmaşık, kanlı dönemlerine uzanan tarihini de hatırlatırken, ötekileştirilmişlerin sesi oluyor.Her şeyden önce avcıyken, av konumuna düşen Ahmet Boz üzerinden, iktidarın meşruiyetini sorguluyor.