yatakhanenin 636 numaralı odasında, kot pantolonlarını çıkarmadan yataklarının üzerinde kıvrılışları dün gibi gözünün önündeydi. Shelley üstteki ranzada, Donna onun altında, kendisiyse minik odanın karşı köşesindeki tek yatakta; uzun saçları omuzlarına değen, gece yarılarına kadar okuyan, koca koca ciltlerin birini bitirip yenisine başlayan üç genç kız; oda başlarının üstündeki küçük gece lambalarından dökülen ışığın aydınlattığı yerin dışında karanlıktı.
SPOİLER İÇERİR
Betimlemeleriyle okuma isteğini fazlasıyla azaltan ama konusu muhteşem olan bir kitap söyle deseler bu kitabı söylerim. Konusu o kadar güzel ki… Aşkın farklı bir türü anlatılmış ve bence bu aşkta da en çok seven taraf bir kadındı.
Mutsuz, zor evlilik geçiren Kontes Henriette ve ondan yaşça küçük olan Felix’in arasında geçenleri
kendine acımaya başlamıştı. bu saçma, yıkıcı düşünce silsilesini hemen durdurmalıydı. şu anda yapmak istediği tek şey, New York’taki psikanaliz eğitimini başarıyla tamamlamaktı. bir daha düşününce, yo, dedi, daha doğrusu bir günü daha tamamlamak.
#Oscar Wilde güzelliğe ve gençliğe takıntılıydı. Dorian Gray karakteri benim olmak istediğim kişidir der.
#Oscar Wilde ilk eşcinsellik deneyimini okuduğu okulda yaşamış okul içinde böyle şeylere hoşgörü ile bakılsa da dışarısı için aynı şey geçerli değildir.
#Oscar Wilde o dönem eşcinselliği temsil eden yeşil rengi sıklıkla giyer veyahut yeşil
Herkes sanır ki ''Selvi boylum Alyazmalım ''bir aşkın filmi.
Oysa İlyas'a aşıktı Asya,
Cemşit' i sevdi.
Aşk ömürde bir defa olur,
Ama insan iyiyi güzeli hep severdi.
Asya aşıktı İlyas'a ama Cemşit'i sevdi.
Hayat hani o Asya'nın dönüp bakarsam gidemem dediği çizgi.
Sevdi ama Aşk başka, dönüp baksa gidemezdi.
Çünkü Cemşit gibi severse bir adam
Öyle sevilirse Asya gibi bir Kadın
Dönüp bakmazdı ölse bile
Dönüp bakmadı ve gitti
O filmde sevgi aşkı yendi
Sahi neydi sevgi ''sevgi emekti ''
Aşk mı?
Kaybedenler konuşulmaz
Aşk kaybetti..
8 kadın. Hayatları birbirinden farklı ama hepsinin ortak yanı birbiriyle olan dostlukları. #çiçektenkadınlar
Kardelen çiçeğinin hikayesini hepimiz biliriz. O güçlü inadı ve göz alıcı zerafeti ile nasıl da metrelerce yığılmış karların altından çıkar gün ışığına. Tüm ihtişamı ile parıldar. Kar’ın dibinde yaşadığı karanlığa, soğuğa,zorluğa rağmen nasıl da dik tutar başını. Güneşin ışığına başardım dercesine .
Peki Lale, Menekşe, Papatya, Güldane, Akasya, Yasemin, Manolya, Sümbül bu çiçeklerin hikayesini duymuşmuydunuz?
Kitapta karakterlerin her birinin isimlerinin çiçek adı olması değil asıl konu. Onca fedakarlığa rağmen, tek gayeleri mutlu olabilmekken çok görülen hayatlar. Kimi eşi’nin ihanetiyle sırtını sıvazlamış, kimi en yakınım dediği dostunun ihaneti ile. Kimi hayallerini kucaklayıp gitmiş yeni yuvasına ama hayalleri tuzla buz olup geri dönmüş başladığı yere.
Okuduğum kitap o kadar güzel, o kadar özel bir kitaptı ki. Hepinizin, hepimizin hayatının ucundan, kıyısından belki yazılmıştır ya da belki kitapta ki çiçekten kadınların biri de tamamen sizsinizdir. Bu kitapta kendinizden birşeyler mutlaka bulacaksınız. Hem gülümseyip hem de üzüleceksiniz ama mutlaka okumanız hatta okutmanız gereken kitaplardan olduğunu bilmelisin
Kadın olmak…
İsmi dünyalara bedel ama kendi zor..
Kitapta neyse ki hepsinin sonu Kardelen…
Pes etmeyip dimdik Güneş’e uzanmış Kardelenler… Umarım zorlu hayatlar yaşayan, yaşamak zorunda bırakılan tüm kadınlarımız kar’ı delen Kardelen’lerden olur
Kitapla kalın
ANSIZIN
ay düşünce denize
seni hatırlarım
ince ince yağan
yağmur, iskeleye
yanaşan vapur
haydarpaşa garı
seni hatırlarım.
ay düşünce denize
kalbim çarpar, telaşlı
bir kuş olur, siyahlar
içinde bir kadın
ve yakasında ipiri
kırmızı bir gül
seni hatırlarım.
ay düşünce denize
söylenmemiş sessiz
bir şarkıydım, tozup
giden bir ilk kar
solgun begonya
kalkmak üzere bir tren
seni hatırlarım.
“Bir kadının gittiği, evden belli olur. Kadın giderken düzeni götürür bir kere. Yaşayan ev sarsılır. Ev dediğiniz şey küçük büyük elementlerden oluşur. Kadın olan evde, erkeğin anlamayacağı bir denge vardır elementler arasında. Erkek her birine vakıf olduğunu düşünse bile, onların nasıl bir uyumla işlediğini bilemez. Kadın gidince evin dokusu bozulur, susuz kalmış bir çiçeğe benzer, solar. Küçük şeylerin izi silinir. Eşyanın dili tutulur, ev sağırlaşır.”
İlk Türk roman olması özelliği taşıyan Tanzimat Dönemindeki kadın ve sosyal hayatın ele alındığı akıcı ve keyifli bir kitaptı.
Küçük yaşta babasız kalan ve annesi tarafından büyütülen Talat, Hacı Mustafa'nın üvey kızını Fitnat'a ilk görüşte aşık olur.Sevgisi karşılıksız da değildir.Ancak Hacı Mustafa kızı adeta kafesteki kuş gibi dış hayattan korur ve Fitnat'ı başka birileriyle evlendirme sözüde vermiştir .Türlü zorluklar yaşayan bu iki yürek acaba kavuşabilecek mi?
Gönül öyle bir müftüdür ki istemediği şey için kolay kolay fetva vermez.
... hiç insan kendi ruhuna darılır mı?
Hem sevmek hem de sevdiği kişi tarafından sevilmek! Dünyada bundan iyi şey yoktur..
"Bilirsiniz belki, kadınlar erkeklere nazaran daha çabuk olgunlaşırlar. İstisnalar kaideyi bozmaz dedikten sonra otuzlarına yaklaşmış bir kadının hitabet ve ikna yeteneği kuvvetli olan erkeklere çekildiğini söyleyebilirim. İlişkinin akışı hemen her zaman şöyle gerçekleşir: Anima projeksiyonu alan kadın ilk önce bundan çok hoşlanır. Beğenildiğini ve kendisine değer verildiğini düşünür. Bu durum aynı zamanda animusun güç istencini beslediği için kadın kendini güçlü ve koruma altında hisseder. Bu nedenle kadının gözünde erkek, olduğundan daha değerlidir. Kadın artık erkeğin ışığı altında sıcacık güneşlenmektedir. Oysa aynı anda o da kendi ışığını erkeğe yönlendirmiştir. Çift taraflı bir anima-animus yansıtması içinde bilinçleri körelen çiftler, kendi özgür iradeleri dışında dehşetli ilahların yönetiminde bir tiyatro sahnesinde haz ile desteklenmiş süfli bir oyuna katılırlar. Bu noktada kadın kendi değerini ve özellikle potansiyelini bir süreliğine erkeğe teslim etmiştir. Bu sahte gerçeklikten ilk uyanan kadın olur. Çünkü yansıtma çekildikçe kadın kendi gibi olmaya başlar ve erkeğin bu duruma kızdığını veya onu beğenmediğini anlar. Zaten erkek de onu olduğu gibi değil istediği gibi görüyordur."
REŞAT NURİ GÜNTEKİN’İN ÇALIKUŞU ROMANINDA
ANA İZLEKLER
GİRİŞ
Reşat Nuri Güntekin, Millî Edebiyat Dönemi ve onu takip eden Cumhuriyet Dönemi Türk Edebiyatı’nın önde gelen isimlerindendir. Çalıkuşu adlı eseri 1922’de tefrika edilmeye başlanıp 1925’te kitap olarak yayımlanan, 1937’de büyük
Aslında kitabın arka kapağını okurken kurguyu az çok tahmin edebiliyordum ama edememişim Başlarda her şey normal seyrinde giderken ortaya bir çok karakter çıkıyor ve okumaya devam ettikçe herbir karakterin kim ve kime dönüşmek zorunda olduğu gerçeği ile yüzleşiyoruz. Zaten en çok yaralayan da bu ikilem arasında kalma zorunluluğunu okumak.
Ve bu