O evden her gittiğimde geri döneceğimi bildiğin için açık bıraktığın kapı! Her geri döndüğümde beni o kapının eşiğinde karşılamaların. Sen böylece enkazını yarattın ilkgençliğimin ve âhını aldın benzer güzelliği bulunmayan şimdiki kadının. Yaptığım her hatada böğrünü gergef gibi açıp alnıma verdiğin izinler... Ve gözlerime, akıtmayı beceremediğim yaşlarıma, dokunmaktan korkan halime, halsizliğime... Öyle değilmiş senden öte dünya. Herkesin kapısı kapalı, sinesi dar, elleri kilit, hayatları yoz, anlattıkları hikayeler gönül yoksunu... İnsanlar hikayesiz biliyor musun? Ve senin gibi kokmuyor hiç kimse... Nerdesin acep? Neredesin kim bilir?"
Onurumuz
Onurumuz O çok O dağ Aç bırakılmışızdır Ayakta Uykusuz
Reklam
”Sen trendesin şimdi. Ben de oturuyorum burada. Saat 12’ye geliyor. Gecenin bu saatlerinde insanlar kısıyorlar seslerini. Sessizlik bürüyor ortalığı. Ben de daha iyi duyuyorum dinlediğim müziği. Daha çok yitiriyorum tüm düşüncelerimi. Olmayan düşüncelerimi. Uyuyabilmem için hiçbir neden yok. Sabah 8’de kalkmış olmam, o ilgisiz büro,ev,ben,beni yoramıyor artık. Uyanmam için de hiçbir neden yok. Bu kelimeleri alt alta, yan yana dizmem için de. Bir gece. Diğerleri gibi. bir ben. Diğer benler gibi. Bugün eski ben’lerimden biri olduğumu duydum. Karşılıklı gülsek. Gülebilir miyiz dersin? Gülebilir misin? Bu gece okuyacak bir şey bulamıyorum. Bugün senin Bozgun’u okumaya çalıştım. Üç kelime okuyabildim. Elim,elimden çıkan kelimeler,benden uzaklaşıyor. Bu satırlar ben değil artık. Kafamdan geçenleri yazamam.Bir şey geçmiyor çünkü. Geçenlerde düşümde yüksek bir yapının camının altında , bir parmak kadar dar bir yere abanıp kalmıştım. İçeriye girsem,girmeye yeltensem ,camdan odaya bir adımımı atsam, düşüp ölecektim. Ama o cam kenarına yapışıp, boşluğun üstünde kendimi tutacak gücüm kalmamıştı. Nasıl olsa çözülecekti ellerim. Ve ben düşecektim boşluğa. Yarın bütün gün trende gidecek olan sen misin ?Nereye? Niçin? Yarın bütün gün büroda oturacak olan ben miyim? Neden ?Niçin ? Hiç bir yerde olmak istemiyorum ki. Belki de ben bugün ilk defa her şeyin sonundayım. Gene bir yığın günler geçip gidecek ve ben kendime,işte bugün ilk defa her şeyin sonundayım mı diyeceğim? Korkuyorum. Korkuyorum. Korkuyorum."
Yavuz Sultan Selim
İki dilde şâir, tuttuğunu koparır, dünyayı bir pâdişâha dar görür, kahraman, o bilginler dostu arslan da gafil ve bîçâre ise, acaba, öteki insanlar nedir? 1514 teki Çaldıran, 1516 daki Mercidâbık meydan savaşlarını kazanan ve çelik iradesiyle devleti bölünmek tehlikesinden kurtaran Yavuz, belki de, Türkiye tarihinin Alp Arslan ile birlikte en
Gövdesinin çapıyla karşılaştırıldığında acınası incelikteki çok sayıda bacak, gözlerinin önünde çaresizlik içersinde, parıltılar saçarak sallanıp durmaktaydı. ‘Ne olmuş bana böyle?’ diye düşündü. Gördüğü düş değildi. Biraz küçük, ama normal, yani içinde insanlar yaşasın diye yapılmış olan odası, ezbere bildiği dört duvarın arasında eskiden
Yalnızlık Cinayettir kendime kuytu bir ölüm arıyorum yalnızca kendime düşlerime sokak kedilerinin gözleri giriyor, korkuyorum boynunu kendi bileğine dolayıp asılan bir adam kanını sulandırılmamış alkole banan sokak satıcıları epey bilir bunu yalnızlık cinayettir yalnızlık cinayettir bütün notalarda, bütün dillerde bütün hecelerde,
Reklam
619 öğeden 41 ile 50 arasındakiler gösteriliyor.