Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin "Kemalist" karakterlerini yitirdikleri son yarım yüzyılda, devletin "kadın" diye bir kaygısı olmadı. Kadın sorunlarının sahibi sosyalist muhalefetti. 1980 Darbesi'nin tüm solu susturmasının ardından yeni bir muhalefet dalgası yükseldi:
Feminizmdi bu. Yandaşlarının çoğu "sol" kökenli kadın lardı. l 970'lerde dünyada yeniden yükselmiş feminizm nihayet ülkemizin "erkekçi" yapısından yol bulup bize ulaşmıştı. Taze bir soluktu bizim için. Kadın sorunsalına geri kalmışlığın uzantısı ya da iktisadi sömürünün sonu cu diye bakmıyor -böylece Kemalizmden ve sosyalizm den ayrılıyor-
TV haber kanalları, gazete, internet haber kanalları ve sosyal medya da bulunan haber kanalları üzerinden olsun, karşılaştığımız haberlere bir bakıyorum da "cinayet, aldatma, fuhuş, uyuşturucu, cinsel istismar, dolandırma, hırsızlık, gasp" o kadar fazla ki 'yığınla bu şekilde haber var' desek mübalağa etmiş olmayız. Haber
Bilindiği üzere, Japonya'da imparator figürünün ilahlaştırılması 19. yüzyılın son on yılında tepeden inen devrimle eşzamanlıdır. Kemalist Cumhuriyeti incelediğimizde; başkan olan kişinin kutsallaştırılmasının, bu tür tepeden inme kökten modernleşme sürecinin sık rastlanan ve belki de gerekli bir yönünün olduğunu söyleyebiliriz. 19
Batı'dan gelen etkilerden korunma ve buna bir yanıt verme çabaları içinde olan Abdülhamid'in hükümdarlığı döneminde Müslüman olmayanlar bütün olarak eskisinden çok daha rahat yaşadılar. Milliyetçi çalkantıların olmadığı yerlerde Ermeniler refah düzeylerini artırmayı sürdürüyorlardı; Girit meselesi ve 1897 Türk-Yunan Savaşı'na karşın Rumların durumu da aynı şekilde çok iyiydi. 1893 yılında Fransız bir gözlemci şunları yazmıştı:
Bir Bulgar Türkiye'ye geçince onun gözüne ilk çarpan, aldığı özgürlük dolu soluk oluyor. Kuramsal olarak despot bir hükümetin yönetimi altında olsa bile, insan anayasal bir devlette bulacağından daha fazla bir özgürlük duygusu yaşıyor (...) Hatta bir hükümetin varlığını bile hissetmiyor (...) İnsanı taciz eden polislerin, ağır vergilerin, yoğun kamu hizmetlerinde çalışma zorunluluğunun olmamasını sultanın gayrimüslim kullarının takdir etmesi gerekir (...)20
Irak savaşının ve işgalinin mimarı Paul Wolfowitz Türkiye'ye karşı çok öfkeliydi. Hesapları yanlış çıkmış, Türkiye Irak savaşında ABD'nin yanında olmamıştı. Bu nedenle ABD işgal operasyonunda zorlanmış, kayıp sayısı ve maliyetleri artmıştı. Wolfowitz'in bu öfkesi giderek TSK'deki Kemalist /ulusalcı subaylara odaklandı.
Wolfowitz, 1 Mart Tezkeresinin Meclis'ten
geçmemesi konusunda TSK'yi açıkça suçluyordu. Fatura TSK'ye çıkarılmıştı. Bu faturanın bedeli Ergenekon soruşturmaları sırasında Kemalist subayların tasfiyesi ile ödettirilecekti. Böylece rejimin 'Ilımlı İslam Cumhuriyeti' yönünde dönüştürülmesinin önündeki en büyük engellerden biri de temizlenmiş olacaktı.
Mustafa Reşat, Ermenilerin başına gelen felakette doğrudan oynadığı rol ve üstlendiği vazife ile ilgili herhangi bir pişmanlık emaresi göstermeyen, hatta yaptıklarının ve yapılanların bilincinde olup bunlarla övünen, “vatana hizmet etmek” gibi kutsal bir görevi yerine getirdiğine inanan bürokrat bir Cumhuriyet elitidir. Esas itibarıyla Mustafa Reşat Mimaroğlu’nun hayat hikâyesi ve özellikle soykırım sonrası kariyeri, Mustafa Kemal liderliğinde, aralarında mebzul miktarda İttihatçı bulunan, o dönemki adı ve sanıyla Kemalist kadroların şekillendirdiği yeni ulus devletin bir “Failler(in) Cumhuriyeti” olduğunu, net, açık ve somut bir biçimde gözler önüne serer.
"Osmanlı Devleti kızları eğitmez miydi?.. Bir kesimin diline doladığı kuyruklu yalanlardan biri de budur! Osmanlı'ya oranla çağdaş Avrupa ülkelerinde acaba okur-yazar sayısı ve okuma oranları ne durumdaydı, hiç karşılaştırma yaptınız mı? Kanuni döneminde bile okullaşma oranı %40. Ayrıca en büyük eğitim hamlesini 2.Abdulhamid'in yaptığını ve bu dönemin okullaşma seviyesine Türkiye Cumhuriyeti'nin ancak 1950 sonrasında ulaştığını biliyoruz. Osmanlı'nın kızları eğitimsiz bıraktığı iddiasına gelince: İnsanı 'ahsen-i takvim' olarak gören bir kültürün kadınları eğitimsiz bırakması, dışlaması mümkün değildir. Kadınların aşağılanması bir Batı hastalığı olup bize oradan geçmiştir."
Ahmet Taner Kışlalı da bir köşe yazısında güvenlik güçlerinin içinde bulunduğu durumu şöyle irdeliyordu:
Olayı Prof. Neşet Çağatay'dan dinlemiştim. Sayın Çağatay, ilahiyat fakültesi dekanlığı yapmış bir bilim adamı. Türkiye'de İslam'ı en iyi bilenlerden birisi. Aynı zamanda inançlı bir Kemalist. Bursa'da polislere verdiği bir