Sonuç olarak diyebiliriz ki, 'varlık-bilgi-değer’ birliğini öne süren bır düşünce biçimi, her şeyden önce bütün bir insan paradıgmasını şekillendirmek zorundadır. İnsanı, nefs, akıl, sezgi ve sevgi boyutlarının bir dengeye kavuşmuş halinde konumlamak gerekmektedir. Bir başka ifadeyle, ruh ve bedenin, canlılık ve rasyonelliğin, bilinç ve bilinçaltının, duygusallık ve entelektüelliğin dinamik birliğindeki bir insan profilinin öne çıkarılması gerekmektedir. Eğer insanı Descartesçı anlamda sadece düşünce (cogito) varlığı olarak kabul edersek, bu her şeyden önce insanı parçalamak anlamına gelir.
Arkasından da Varlık ve Hakikat anlayışında bir kırılma baş gösterir. Dolayısıyla da, Varlıktan kopan bilgi ve değeri ona yapıştırmak için gösterilecek bütün çabalar, sözde bir emekten öteye geçemeyecektir. Demek ki bu konuda asıl şifre, insanı nasıl konumlayacağımızda gizlidir. İnsan sadece düşünen bir varlık olmayıp, o aym zamanda hisseden, inanan, irade gösteren ve eylemde bulunan bir varlıktır.
Esasında insanın eşyayı ve Varlığı bütüncül olarak kavraması, bu bütünlük içinde kendi yerini bilmesi (adl), sözünu ettiğimiz algılama biçimi için iyi bir köprüdür. Kısacası, insanı kul ('abd) ve halife olarak konumlamak onu, hem pasif hem de aktif kılmak anlamına gelir.
Bunların dengelenmesindeki bir insan tasavvuru, zaten kendinde varlık-bilgi ve değerin birlığini ıhtiva edecektir.