HK
Bu kayit onemli Neden derseniz Sermayenin caglar boyunca bir temsili olmus Bugun de insanlar birikimlerini bir sekilde koruma derdine dusuyorlar ve yatirim yapiyorlar
Herkesin bir huyu vardır kimi kitap okur kimi kitap yazar kimi de kitap satar hayırlı sabahlar herkese günaydınlar diliyorum
Reklam
Sorulan sorulara ilgisiz, hatta kimi zaman saçma yanıtlar vermesi de bu yüzdendir. Kafasını dolduran konuların çokluğu ve karmaşıklığı üstadımızın ürkekliğini daha bir artırır.
Kurşun gibi bir sözmüş
Bir gün mutlaka hayatına biri girecek. Belki de en çok kimi sevdin diye soracak sana. Sende ona "En çok seni sevdim" diyeceksin büyük ihtimalle. Alıntı
Anlam Arayışı
"İnsanın hayatı boyunca kendisine soracağı en anlamlı sorulardan biridir: Bu dünyaya hangi boşluğu doldurmaya geldim? İnsan, ömrü boyunca yerini arar ama bulmak kolay değildir. Kimi on sekizinde bulur kimi yetmişinde kimiyse bulamadan göçer bu dünyadan. Benim yerim neresi? Buna bir cevap bulduğumuzda hayat daha katlanılabilir olur. Michel de Montaigne, “Bir amaca bağlanmayan ruh, yolunu kaybeder.” demiş. Søren Kierkegaard da aynı arayışta olacak ki “Tanrı benimle ne kastetmiş olabilir?” diye sormuş. Yerden kasıt sadece sığınacak bir mekan değildir, bazen bir insan bazen bir düşüncedir. İnsan kendisi için yaratılan boşluğu bulmalı. Sonra gideceği yönü de bulur, gideceği kişiyi de."
Ali Emmi'nin belden yukarısı ona doğru iyice eğilmişti. Salih'in bir karış ötesine kadar gelen tel çerçeveli gözlükten irileşmiş kıllar ve hücreler görünüyordu. İhtiyar donuk, hiçbir duygu taşımayan bir sesle: "Hafız'ın oğlu, esvabın da pek yaraşmış hani... Ne çolaklığın belli oluyor, ne suratın, hele hele pantol!.." Salih aptallaştı ve kendini toparlayamadı: "N'olmuş yani?.." Tel çerçeveli gözlük şimdi iyice uzaklaşmış, yön değiştirmişti. Ali Emmi tabakasını çıkarmıştı, fakat elleri artık fazlaca titriyordu. Yanındakine uzattı: "Sarıver," dedi. Kahvede çıt yoktu. Salim ocağı karıştırıp duruyordu. Gözlerin kimi tavanda, kimi tabanda, kimi de pencerelerde idi. Salih istediği hâlde sesini yükseltmeden tekrarladı. "N'olmuş yani?.." Ali Emmi ona dönmeden ters ters cevap verdi: "Yaniyi de Ligor'u da bilmem ben." Salih kıpkırmızı olmuştu. Tam ağzını açacağı sırada Ali Emmi bir delikanlı gibi gürledi: "Utan len Hafız'ın oğlu utan. Koca Memâlik-i Osmaniye senden beter oldu, bin beter oldu. Kıçı kırık İtalyan askeri gelmiş ta Akşehir'e dayanmış da Hafız'ın oğlu kolundan budundan konuşur. Haram olsun o gaza sana diyecem emme dilim varmaz. Utan, utan. Len Salim yap bir ıhlamur bana."
Reklam
Adaletin Batsın Dünya...!!!!
Adaletin bu mu dünya? Ne yar verdin ne mal dünya Kötülerinsin sen dünya İyileri öldüren dünya Kimi mecnun gibi dağda dolaşır Kimisi de ölüm yok gibi çalışır Kimi meteliksiz kimi milyonlara karışır
"Ne olup bittiyse onu anlat," dedi. Alnındaki kırışıklıklar büsbütün derinleşmiş, tel çerçeveli gözlük burnuna düşmüştü. Akıl almaz bozgunların hesabını Salih'ten sorar gibiydi. Salih'in sinirlerindeki karıncalanma artmış, tırmalama hâlini almıştı. Başından geçenleri anlatmak kolaydı. Fakat iyi biliyordu ki, ondan sorulan büyük hesaptı, sorunun içinde büyük facianın bütün kırıntıları vardı: "Karılarımız, kızlarımız neden aç kaldı?" "Neden yakacağımız, giyeceğimiz yok?" "Biz Galiçya'sından Kanal'ına kadar dünyanın her yerinde aslan gibi evlatlarımızı bırakalım da İtalyan oğlanları ta kasabamıza kadar gelsin ha? Sebep?.." Bütün bunların sebebini Salih onlar kadar bile bilmiyordu. Farkına varmadan güldü. Bu gülüş zerre kadar istemediği, kast etmediği ve yine farkına varmadığı hâlde küçümseyici, hatta alay edici idi. Sesindeki yırtıcı ton da gülüşünün mânasını tam bir kasıt haline getiriyordu: "Ne bileyim ben?.." -omuzlarını silkmişti- "Seferberlik dediler. Sancak-ı Şerif açıldı dediler, hadi askere dediler, biz de gittik. Padişahım çok yaşa diye bağırdık. Sonra toplar, tüfekler patladı. Boyuna yürüdük, koştuk, süründük, sindik, saldırdık, ikide bir süngüleştik. Kiminde kazanmışız, ilerliyormuşuz, kiminde gerilermişiz... Hepsinde de ölen tam ölüyor, kalanlarınsa kimi tam, kimi de yarımyamalak kalıyordu. Sonunda harp bitti, yenildik dediler."
sevmek insanın yüreği kadar küçükse büyüğünü taşıyamazsın yalnızlığı da dene oldu olacak nasıl yankılanır derinden derine iyi midir kötü mü çıkaramazsın insan insanı kendisi tamamlar içinde başka dışında başkasın eksikliğin fazlana elbet bulaşacak öbürü sığacak bunun derisine yoksa sabaha sağ çıkamazsın
Ruhunda kimi zaman nelerin olup bittiğinden insanlarının haberi olsaydı kim bilir ne düşünürlerdi!
Sayfa 16 - Türkiye İş BankasıKitabı okuyor
Reklam
Andolsun ki Biz her ümmete "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının" diye (tebliğ etmesi için) bir Resul gönderdik. Allah onlardan kimine hidayet verdi, onlardan kimi de (hidayeti değil) sapıklığı hak etti. Artık yeryüzünde gezip-dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün. Nahl Sûresi, 36. Ayet
Ben sevmesini bilmiyorum heralde. Kimi sevdiysem bana düşman oldu.
Belki, diyorum kimi zaman içimde gezinen içli bir sesle, ölmesine çoktan öldüm de ben, bir gerçeğin saklısındayım şimdi ...
Kitaplar da sahiplerini özler. Kimi zaman bir kitap sahibini sahiplenir kimi zamansa sahip kitabını. Kitaplar sahiplerine aşık olur çoğu zaman da sahipler kitaplarına. Kitaplar kimin elindeyseler onun ruhuna sirayet ederler.
Hûd Suresi
5. Bakın, hakîkatle yüz yüze gelmekten korkan kimi inkârcılar, elçiyi her gördüklerinde ondan gizlenmek için nasıl da göğüslerini çevirip hemencecik oradan sıvışıyorlar. Güya böylece hakîkati görmemiş, duymamış oluyorlar. Kur'an'ın o etkileyici uyarısıyla yüz yüze gelmemek için, devekuşu misali başlarını kuma gömerek gerçeklerden kaçabileceklerini sanıyorlar. Daha da kötüsü, böyle yapmakla ceza ve sorumluluktan kurtulacaklarını umuyorlar. Oysa onlar, gecenin zifiri karanlıklarında örtülerine büründükleri ve vicdanlarıyla baş başa kaldıkları zaman bile, Allah onların gizledikleri ve açığa vurdukları her şeyi bilmektedir. Çünkü O, kalplerin içindeki bütün gizli niyet ve düşünceleri tam olarak bilir.
1.500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.