SPOİLER VARDIR!
Dostoyevski okumayı özlemiştim. Bu kitabı da bu özlemle aldım elime. "Beyaz Geceler" adlı öykü üzerinde duralım öncelikle. Öykünün içeriğine geçmeden önce adı üzerinde durmak istiyorum. Niçin beyaz geceler? Geceyi beyaz kılan nedir? Yaşamı anlamlı kılan... Bugünlerde bu soruya verebileceğim tek bir yanıt: Sizi candan dinleyen, yürekten seven, bütün içtenliğiyle varlığını duyumsatan bir insanın yanı başınızda soluduğunu duymak... Nastenka böyle bir kadın... Yaşamı tanımıyor, iyi niyetli insanların körlüğü var üzerinde. Ama hepimizin gereksindiği duru bir karakter. O an ne duyuyorsa ne düşünüyorsa masaya yatırıyor bir çırpıda... Yazar ile de bir gece sokakta karşılaşır. Birbirlerine yaşamlarını anlatırlar. Yazarın, yalnız yapayalnız olduğunu anlarız cümlelerinden... Düşler evreninde yaşamaktadır. Nastenka "Bana aşık olmayınız, sizi dostça sevebilirim ancak." diyerek yine dürüstçe dile getirir bu ilişkiden beklentisini...
Nastenka Ninesi ile yaşamaktadır. Ninesi on altı yaşından beri (yanılmıyorsam) onu dizinin dibinden ayırmaz. Nastenka'nın bir beklediği vardır. Yolunu gözlediği, onu tutsaklıktan özgürlüğe ulaştıracak sevdiği... Bu adam evlerinde kiracıdır. Bir yıllığına başka bir şehre gitmiştir. Nastenka da onun yolunu gözlemektedir. Aşkın bütün canlılığıyla... Kimi zaman kırılır, umudunu yitirir. Tam böyle bir anda arkadaş olduğu yazarımız ona duygularını anlatır. Ona karşı boş olmadığını, onu sevdiğini... Nastenka, sevdiği insanın mektubuna yanıt vermemesine incinmiş olduğu için, koluna girer onun. Bir anda hayaller kurallar, evlilik kararı alırlar. Tabii bu sahne uzun sürmez. Asıl oğlan karşılarına çıktığı an Nastenka onun boynuna atılır. Yazarı ise dostça bir öpücük ile uğurlar. Arkasından da saygı ve sevgi kokan bir mektup yazar. Yazarımız ise aynı biçim de dönüt verir Nastenka'ya... Yalnız yapayalnız olduğu halde...
Şimdi gelelim Uysal Kız adlı öykümüze: Bu öyküyü intihar eden bir kadının kocasının içsel konuşmaları oluşturur. Karı koca arasında ne saygı vardır ne sevgi. Adam geçmiş yaşantısında aşağılanmış, savrulmuştur. Sırf bu duyguları benliğinden silmek için kendi statüsünden daha düşük konumda olan, zor durumdaki bir kadınla evlenir. Kadından tek beklentisi minnet duygusu kanımca... Bir de kendi söküğüne yama olması. Kadına verebileceği hiçbir şey yok. Ne aşk, ne sevgi, ne tutku, ne saygı... Yer yer kadınla ilgilense bile temelden, derinden gelen derin bir duygu yok. Kadın da günden güne solar. İçine kapanır. Ve bir gün kendini pencereden aşağıya bırakıverir. Adam ölü bir bedenin karşısında konuşur kendi kendisiyle... Son sayfada ise şunu söyler: "İnsanlar birbirinizi seviniz."
İki öyküyü kıyasladığımda ayrımı tek bir sözcükle ifade edebilirim: "SEVGİ"
(Ölü bedenlerle yaşayan yığınlar var aslında. Kendilerini pencereden aşağıya bırakmamaları yaşadıklarını kanıtlamaz ki)
KEYİFLİ OKUMALAR...