Asaf, birkaç gün önce sigaraya başlamış. Bu konuda çok önemli bir şey söyledi:
“Sigarayı bırakmak kesin kararıyla son sigaramı içtim. Sigarayı bıraktıktan sonra o son sigaranın tadı, zevki her an hep aklımdaydı. Sanki yıllarca içtiğim bütün sigaraların zevki içtiğim bu son sigarada toplanmıştı. Sigara içmediğim günlerde hep o son sigaranın zevkini, tadını özledim durdum. Korkunç bir özlemdi bu. Dayanılır şey değildi. Sonunda dayanamadım, o tada kavuşmak için, bir yıl sonra sigaraya başladım. Şimdi on gündür yeniden sigara içiyorum. Ama bu şimdi içtiğim sigaralar, eskiden içtiğim sigaralar değil; şimdikinde, bıraktığım sigaranın, o son sigaranın tadı yok. Oysa ben o son sigaranın tadının yoksunluğuna dayanamayarak yeniden başlamıştım sigaraya... Hayır bir türlü o eski sigaranın tadını bulamıyorum ne kadar çok sigara içsem... O son sigaranın tadına kavuşacağım diye, boşu boşuna yeniden sigaraya başlamışım.”
Bu gözlem bana çok önemli bir gerçeği özetliyor. Anılarımız, üstünden zaman geçtikten sonra, bıraktığımız yerden yeniden yaşayamıyoruz. Oysa, örneğin eski sevgileri, üstünden üç yıl, beş yıl geçtikten sonra, bıraktığımız, kopardığımız yerden başlayarak yeniden yaşayabileceğimizi sanırız ve o güzel sevgi anısının özlemi içinde yanar dururuz. Ama kavuşsak da o kişiye, sevgiliye onu bıraktığımız ve yıllarca özlemini çektiğimiz tadı artık bir daha bulamayız. Çünkü yaşamın organikliği bozulmuştur. Yaşamımızın o kopuk yerinden, aradaki boşluğu atlayarak, bu güne bağlayamayız. O anı artık içimizde salt doyumsuz bir özlem olarak kalacaktır, hiç kapanmayacak, hep işleyecek, kanayacak bir yara gibi...