çok naif bir kitap. işte tam bu yüzden ikinci ciltteki kesilen paragraflar, kayıp olay örgüsü, akıbeti bilinmeyen karakterler bile ayrı bir zevk veriyor.
yol betimlemeleri, aziz rusya'ya söylenmiş sözler, gogol'ün araya sıkıştırdığı didaktik mesajlar... her biri kitabın özgünlük belirtisiydi.
gogol: "kalemimden canavarlar fırlıyor.bunu kim görse korkudan titrerdi."
demiş.
insan denen canavarı da öyle yalın ve olduğu gibi anlatmış ki eskimeyen bir klasik yaratmış.
çiçikov gibi hırslarına düşkün, bu yüzden yaşamdan uzak kalmış; her zorluğu o tatlı dili, olaylara göre değişen tutumu ve kurnazlığıyla aşan insanlar her yerde olabilir.
tentiyetnikov gibi kaybeden olmayı seçip içine kapanan, sürgün edilmiş bir prens gibi idealist olup şekillendireceği düzeyde bir toplum bulamayanlar da olabilir.
köydeki insanlar gibi yöneticinin disiplini olmayınca hemen gevşemeye ve dağılmaya müsait olan veya şehir insanları gibi naif ve şehrin kurallarına mahkum, yapmacık isteklere meftun olan, hiç kimseyi sevmeyen ancak yaşayabilmek için herkesin yüzüne gülen insanlar hepimizin içinde yaşıyor mesela.
gogol bu yüzden tarihe mal olmuş bir yazar işte.
ölü canlar'ın ikinci cildi ise gogol'ün kararsızlığı,
karamsar tutumu ve buhranlarını yansıtmış. o bölük pörçük paragraflar da gogol'ün öyküsünü sunmuş aslında.
yakılan el yazmalarından kalanları birleştirmek yazarı anlayabilmemiz ve öyküyü kafamızda tamamlamak açısından çok güzel bir fikirdi.
şimdi zihnimde çiçikov alev rengi frakını giymiş, tozlu yolda giden arabasında kazanacağı paranın, gelecekteki eşinin hayalini kurmakta...