Adalet ve işe yararlılık açısından, burada yanlış bir şey var. İkisine de şu ünlü Marksist sloganı benimsemiş bir toplum daha iyi hizmet ederdi: "Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre." Bu başarılabilseydi,ırklar ve cinsiyetler arasındaki farklılıklar toplumsal önemini yitirirlerdi. Işte ancak o zaman gerçekten çıkarların eşit gözetilmesi ilkesine dayalı bir toplumumuz olurdu.
Büyükbabalarımızın, babalarımızın kendini kurtardığı, önyargılarını eleştirmek bize kolay. Kendimizde olan inanç ve değerler arasında önyargılar arayışına çıkmak daha zor.
Avrupa kökenli insanların, kapasiteler bakımından öteki ırkların insanlarından üstün oldukları ırkçı iddiası yanlıştır. Bireyler arasındaki bu yönlerdeki farklılıklar ırksal sınırlarla yansıtılamaz. Kadınları duygusal açıdan erkeklerden daha derin ve daha çok ilgili, ama aynı zamanda daha az saldırgan ve daha az girişimci olarak gören cinsiyetçi stereotip(kalıp yargı) için de aynı şey geçerlidir. Bunun bütün kadınlar için geçerli olmadığı bariz. Bazı kadınlar duygusal olarak sığ, daha az ilgili ve daha saldırgan ve bazı erkeklerden daha girişimcidir.
İNSANLARIN, IRK VE CİNSİYET BAKIMINDAN DEĞİL, BİREYLER OLARAK BİRBİRİNDEN FARKLILIKLAR GÖSTERMESİ ÖNEMLİDİR...
İnsanları bireyler olarak değerlendirmeliyiz, eğer gerçekten nasıl birileri olduklarını öğrenmek istiyorsak onları sadece"kadın" ve "erkek" yığınları içine koymamalıyız...
Savaş ya da ırksal, etnik, dinsel ya da ideolojik çatışma zamanlarında"hangi taraftansınız?" sorusu grup dayanışması duygusunu canlandırmak ve bu mücadelenin herhangi bir biçimde sorgulanmasının hainlik olduğunu ima etmek için kullanılır(....) Bu soru dünyayı"biz" ve "onlar" olarak böler......
...."kişi" sık sık "insan" ile aynı anlamdaymış gibi kullanılıyor. Ama bu terimler eşdeğer değil....."Kişi"(person) kelimesinin kökeni klasik dramdaki bir aktörün giydiği maske için kullanılan Latince bir terimdir. Aktörler maskeler takarak bir rol oynadıklarını gösteriyorlardı. Ardından, "kişi" hayatta rol oynayan, fail olan biri anlamında kullanılır oldu. Oxford Dictionary'ye göre bu terimin güncel anlamlarından biri "özbilinçli ya da rasyonel bir varlık."....John Locke kişiyi" akla ve tefekküre(düşünüş, düşünme) sahip ve farklı zamanlarda ve yerlerde kendini kendi gibi, aynı düşünen şey olarak görebilen, düşünen zeki bir varlık"olarak tanımlıyor.
Kadim zamanların mitlerinde ve çağdaş hikayelerde ve filmlerde, hayvanlarla konuşabildiğimizi hayal ediyoruz. 1967'de Nevada Üniversitesi'ndeki iki bilim insanı Allen ve Beatrice Gardner, şempanzelere daha önceki konuşmayı öğretme teşebbüslerindeki başarısızlığın , şempanzelerdeki dil kullanımı için gereken zekanın yoksunluğu değil, insan dilindeki sesleri üretmek için gereken vokal teçhizatın yoksunluğundan olduğunu tahmin ettiklerinde, bu düş kısmen gerçek oldu. Bunun üzerine Gardner'ler yavru bir şempanzeye ses telleri olmayan bir insan bebeği gibi davranmaya karar verdiler. Onunla ve onun yanındayken birbiriyle, sağır insanlar tarafından kullanılan İşaret Diliyle iletişim kurdular.
Bu teknik işe yaradı. "Washoe" adını verdikleri şempanze yaklaşık 350 farklı işareti anlamayı ve bunların yaklaşık 250'sini doğru kullanmayı öğrendi. Basit cümleler kurmak için işaretleri bir araya getirdi ve böyle yaparak bir benlik duygusunun güçlü kanıtını sunuyordu. Bir aynada kendi görüntüsü gösterilip "Kim bu?" diye sorulduğunda, "Ben, Washoe" diye cevapladı. Daha sonra Washoe, Washington'a Ellensburg'a gitti..... Burada bir bebek şempanze evlatlık edindi ve çok geçmeden sadece onunla işaret diliyle konuşmakla kalmayıp, ona bile isteye işaretleri öğretti. Örneğin uygun ortamda ellerini "yiyecek" anlamına gelecek şekle sokuyordu. Washoe 2007'de kırk iki yaşında öldü.
Kaybımız ne olurdu ki bilmeseydik doğum ne?
Bırakın uzun ömür peşinde koşsun insanlar
Yürekleri dünyaya bağlıyken büyük bir şevkle:
Ama yaşam arzusunu hiç tatmamış olanlar,
Doğmamış, kişi olmamamış, hissedemez yokluk ne.
Schopenhauer'un kötümserlik felsefesine göre, daima bir şeyler için çaba gösteriyoruz, ona ulaşınca da, kalıcı tatmine ulaşmak yerine, tatmin edilmesi gereken yeni arzular boy gösteriyor.
.....
Güney Afrikalı bir felsefeci olan David Benatar, Better Never to Have Been: The Harm of Coming into Existence( Hiç Doğmasak Daha İyiydi: Dünyaya Gelmenin zararı)adlı kitabında Schopenhauer'in kötümserliğine benzer bir şeyi savundu.
.... Diyor ki, tatmin olmamış bir arzuya sahip olmak, bir tatminsizlik durumu içinde olmaktır, o da kötü bir şeydir. Dahası, hayatımızın büyük kısmını tatmin edilmemiş arzularla geçiririz, çoğumuzun ancak arada bir ulaşabileceği tatminler, bu uzun süren olumsuz hallere ağır basmaya yetmez.
...beyin zarı olmadan acının ya da herhangi bir tür bilincin var olup olmayacağını bilmek zor. Gebe kaldıktan sonraki yaklaşık on sekiz haftanın öncesinde, beyin zarı, içerisinde sinaptik bağlantıların gerçekleşmesi için yeterince gelişmemiştir. On sekiz ile yirmi beş hafta arasında, fetüsün beyni, bilinçle ilintili kısımlarda bazı sinir iletiminin olduğu bir evreye ulaşır.
...Bu, fetüsün acıyı hissedebildiği ilk zaman olarak, on sekiz haftalık gebeliğe işaret eder.
İnsanlar çok fazla insan olduğu için aç değil..... uluslararası siyasal ve iktisadi sistemin, yoksul ulusları zenginler için sömürmesinden dolayı açlar.
Dünya, üzerindekileri besleyecek kadar üretiyor.....
Kaybolduğu zaman hiçbir para miktarının geri getiremeyeceği şeyler vardır...kadim bir ormanın yıkımını bize kayda değer ihraç geliri kazandıracak diye haklı göstermek anlamsız, bu geliri yatırıma bağlasak ve her geçen yıl değerini artırsak bile, zira değerini ne kadar artırırsak artıralım, o ormanın temsil ettiği geçmişle bağlantısını asla tekrar satın alamaz.
.... Gelecek nesillerin, yaban hayat alanlarının kıymetini bileceğinden emin olabilir miyiz? Pek değil; belki de hayal edebileceğimizden daha gelişmiş elektronik oyunlar oynamaktan mutlu olacaklar.