a

Antik Çağ

'' Son olarak benim adım hakkında yazmak istiyorum sana. Zaman zaman metinlerde Tanrıça olarak İştar adının geçtiğini biliyorsun. Aslında bu bir Sümer Tanrıçası. Onlarda adı İnanna. Bu, aşk, sevgi, bereket ve savaş Tanrıçası. Sümerlerde çok sevilmiş, hakkında birçok öykü yazılmış. O öykülerde bütün din kitaplarında, halk masallarında izler varmış. Sümerlilerden sonra Mezopotamya'da devletler kuran Akadlar onu Tanrıça olarak kendilerine almışlar ve adını değiştirerek İştar yapmışlar. Oradan Hititlere geçmiş fakat onlarda daha çok savaşçı olarak algılanıyor. Daha sonra İsrailliler almış ve bu kez adı Astarte olmuş. Bu Sümer Tanrıçası, Yunanlılarda Afrodit, Romalılarda Venüs olarak varlığını sürdürmüş hep. Aslında bu Tanrıça Venüs yıldızını simgeliyor. Annem de bu Tanrıçayı benim şahsımda yaşatmak ve tanıtmak istemiş. Bana böyle tarihsel bir adı verdiği için ona teşekkür etmeliyim, değil mi sevgili defterim? ''
Sayfa 230
Homeros haklıydı, erkekler şaraptan ve danstan vazgeçerlerdi de savaştan vazgeçmezlerdi.
Reklam
Sinope'li Diogenes
"Bir gün küçük bir çocuğun avucuyla su içtiğini görünce, “Küçük bir çocuk yalın yaşayışta beni geçti” diyerek heybesinden tasını çıkarıp attı. Gene bir çocuğa bakıp, onun çanağını kırıp da mercimek lapasını bir parça ekmeğin arasına koyup yediğini görünce, tabağını da kaldırıp attı. Şöyle mantık yürütürdü: her şey tanrılardandır; bilgeler tanrının dostudur; dostların malı ortaktır; o halde her şey bilgelerindir. Bir gün bir kadını oldukça uygunsuz biçimde diz çökmüş, tanrılara yalvarırken görünce, Pergeli Zollos’un anlattığına göre, onu boş inançlarından kurtarmak için yanına yaklaşıp, “Arkanda bir tanrı durmuş olsa ―çünkü her yer onlarla doludur― yakışıksız bir tavır sergilemekten hiç çekinmiyor musun, hanım?” dedi."
Sayfa 269 - Yapı Kredi YayınlarıKitabı okudu
Egoların çarpışması 😃
Koşmak ne güzel, dağlarda Bakkhos alaylarının ardından! Sarılıp gezmek benekli ceylan postuna, Serilip yatmak toprağa! Yakalayıp boğazlamak yaban tekelerini, Kanlarını içmek, çiğ çiğ yemek etlerini!* *Dionysos dininde çiğ et yemek tanrı ile birleşmek, kaynaşmak içindir. Yenilen hayvan, boğa, koç, ceylan ve daha başka hayvanlardı. Bu ayin bir çılgınlık içinde yapılıyordu. Bakkhalar hayvanı parça parça edip yiyorlardı. Orpheus bu ayinlerin vahşiliğini gidermeye çalışmıştı. Belki şarap içmekle de tanrıyla birleşebileceği fikrini getiren odur. Bu doğru olmasa bile Orpheus'un insan eti yenmesini önlediğine inanılabilir. Platon'un kanaati de böyledir. (ç.n.)
Sayfa 10 - Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Bakkhalar coşkunluğun son haddine varmak için şaraptan daha başka vasıtalara da başvuruyorlardı: Hora teperek bağrışmak da onları vecde getirebiliyordu. Bu bakımdan Dionysos ayinleriyle dervişlerin dönmeleri arasında benzerlik vardır. Gerçekten dervişler aç karnına dönerek, başlarını ve gövdelerini muayyen ritimlerle sallayarak ve durmadan haykırarak sarhoş olabiliyorlardı. İçlerinden birinin ulaştığı vecd hali kolayca ötekilerine sirayet ediyordu.
Sayfa 43 - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Reklam
İnsan hayatın kaynağındaki kudretlere nasıl ulaşabilir, ruhunu onlarla nasıl kaynaştırabilirdi? Yapılacak şeyler şunlardı: Kendimizi, coşmak, taşmak ve sevmek yoluyla temizlemek, ruhumuzdaki ilkel, kaba ve vahşi kaynaklara dönmek, doğadan uzaklaştıran aklı bırakarak, doğayla birleştiren çılgınlığa (kendini kaybetmeye) yükselmek, katışık, yani ölümlü olan her şeyden soyunmak, günlük dertlerimizi unutarak hayalimizle dünyanın sonsuz aşkına, sınırsız geleceğine katılmak. Böylece insan, ezel şarabıyla sarhoş olarak hayatını ve ruhunu bedeni aşan hamleye, dünyayı aydınlatan sezişe terk etmiş, dünyaların ve tanrıların ebedi cümbüşüne girmiş oluyordu. Bakkhos'a tapanlar, ruhlarındaki mutlak güzellik arzusunu, sonsuz saadet ihtirasını faydasız bir engel, ezici bir yük diye içlerinden atan ruhlar, musiki, raks ve şiir içinde dünya hayatının kaynaklarına gidiyorlar ve orada kendilerini unutarak tanrı kudretiyle doluyorlardı. Işık nasıl güneşe bağlıysa bu ruhlar da tanrıya öyle bağlanıp mutlak sükûnete eriyorlardı, ibadetlerinde birer çıra gibi yanarak ölmezliğin tadını hayattayken tadıyorlardı. Ölüm onlar için aradıkları saadete giden yeni bir yoldu, o yolda da türlü kalıplara girerek yeniden yaşayacaklar ve nihayet değişmez bir hale, ebedi bir gençliğe, sonsuz bir sarhoşluğa ulaşacaklardı.
Sayfa xvi - Giriş - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Bakkhalar'ı okurken bu tragedyanın eski Yunanistan'da Dionysos* dininin İncil'i yerinde olduğu unutulmamalıdır. * Paul Foucart şöyle diyor: "Dionysos'u beslemiş olan Naiadelerin yaşadığı akarsular ilkin yalnız dağ bitkilerini besliyordu. Dionysos'un arkadaşları ve Naiadelerin kardeşleri olan Satyrler ormanlarında yaşayan ve sürüler arasında dolaşan ikinci derece tanrılardır. Sonraları Dionysos'un nüfuzu ovaya inmiş, meyve ağaçlarına, asmaya, incire ve diğer bitkilere yayılmıştır; ama ormanlık yaylalar, sık meşe ve çam ormanları, sarmaşıklı mağaralar her zaman Dionysos'un asıl yurdu sayılmıştır. Bu ıssız yerlerde hüküm süren kudretli tanrının tabiatını öğrenmek isteyen insanlar bu tanrının ülkesinde olup biten olayları gözlemlemişler, bu olaylara anlamlar vermişlerdir. Frigler gördükleri köpüklü ve gürültülü çağlayanları, yaylalarda otlayan boğaların böğürmelerini, ormanlarda rüzgârın çıkardığı garip sesleri Dionysos'un sesleri ve çağrışları diye aldılar ve ormanlık dağlarda delice sıçrayıp dolaşan bir tanrı tasarladılar. İşte din bu tasavvuru benimsedi.
Sayfa ix - Giriş - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
* Paul Foucart diyor ki: "İlkçağ insanları doğa kuvvetlerini insana üstün varlıkların tezahürü olarak görürlerdi. Bu üstün varlıklardan biri tohumları besleyici özlerle büyütüyordu, tabii bu tanrının dişi olması lazım geliyordu (Demeter). Bitki ancak yaş unsur sayesinde doğup büyüyebiliyordu, bu unsuru da bir erkek tanrı saydılar (Dionysos). Bitkilerin meyve verebilmesi bu iki tanrının bir araya gelmesine bağlı olduğu için onları kardeş, yahut karı koca, yahut da ana oğul olarak tasavvur ettiler.
Sayfa xiv - Giriş (*Dipnot) - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
Dionysos'un doğum ve ölüm efsanesi, ilkin bütün bitkilerin esrarlı hayatı, daha sonra asmanın büyümesi, üzüm olması, bağ bozumunun türlü safhaları ve şarabın insanda doğurduğu değişik ve karışık haller karşısında insanların vardığı birçok ilkel fikirden doğmuştur. Zengin Yunan imgeleminde şarabın hikâyesi bir dram haline geldi. Efsane şu şekle girdi: Toprak yahut Semele uzun kış uykusundan uyanır uyanmaz Gök'ten yahut Zeus'tan gebe kalır. Bu çiftleşmeden sonra Bakkhos doğmaya başlar. İlkbaharda filizlere su yürüyünce tanrı tomurcuklarda kendini gösterir. Ama yazın, Zeus Semele'yi yıldırımlarıyla yakar. Güneşin sıcağı toprağı kurutup kavurur. O zaman, toprağın başlamış olduğu işi bitirmek göğe düşer: Bulutlar Bakkhos'u sarar; çiyler, kaynaklar ve yağmurlar, yani Nymphalar ve Naiadeler asmayı doldurarak Dionysos'u besler ve büyütürler. Üzümle koparılan tanrı, özünü maddeden sıyırabilmek için birçok eziyete katlanır: Parça parça edilir, küplerde hapsedilir, ayaklar altında ezilir. Böylece Dionysos, kendini insanlara vermek, onlara hayatının sırrını katabilmek için İsa gibi ıstırap çeker; fakat bu işkenceler onu öldürmez. Toprağın yetiştirip öldürdüğü üzümün içindeki tanrı, üzümle birlikte topraktan koparılıp ezildikten, mezara gömüldükten sonra, ekşime sayesinde yaşamaya devam eder; kudreti büsbütün artar, şarapla insanın damarlarına geçerek onu coşturur, ruh ve beden kuvvetini son haddine götürür.
Sayfa ix - Giriş - Türkiye İş Bankası Kültür YayınlarıKitabı okudu
166 öğeden 51 ile 60 arasındakiler gösteriliyor.