Hayata gözlerini açan küçük insan,
toprağa atılan tohum gibidir. Her
tohum tanesi kendi içinde, kendi
cinsinin vasıflarını ve istidatlarını taşır.
Eğer bu istidatlar toprağını bulurlarsa
yeșerir, filizlenit, kemale erişirler.
Bu tohumlar savaşında insanoğlunun
bir üstünlüğü vardır: Hayata gözlerini
açan çocuk, kendi istidadına, kendi
gayret ve iradesiyle de bir șeyler
katar. Ve bu çocuğa tarih bir misyon
bağışlamışsa, o, kendi ham maddesini
kendisi yoğurarak, tarih içinde kendi
yerini, gene kendisi tayin eder. Tarihi
şahsiyetlerin hali, her ne kadar,
yaşadıkları sosyal zeminin bir hasılası
olsa da...
Devletin gücü ve toplumun onu denetleme kapasitesi arasında bir denge oluștuğunda oldukça farkl bir örnek olan Prangalanmış Leviathan ortaya çıkar. Bu ihtilaflar hakkaniyetle çozebilen ve boyunduruk altına girmeyi engelleyebilen, özgürlüğün ana temellerini ortaya koyabilen Leviathan'dır.
Bu insanların denetleyebileceklerine, güvenebileceklerine ve işbirliği yapabileceklerine inandıkları için kapasitesini artırmasına izin verdikleri Leviathan'dr. Bu toplumdaki davranışları sıkaca denetleyen farklı türden normlar kafesini parçalayarak özgürlüğü güçlendiren bir Leviathan'dır. Fakat temel olarak bakıldığında
bu Hobbes'un Leviathan'ı değildir. Ayirt edici niteliği prangalarıdır. Toplum üzerinde Hobbes'un deniz canavarına özgü
hâkimiyetine sahip değildir. Însanlar siyasi karar alma sürecini etkilemeye çalştığında onlanı görmezden gelme veya susturma yeteneğinden yoksundur. Toplumun űzerinde değil, hizasına konumlanır
Korku, güvensizlik ve belirsizlik insanı gerçek şiddet kadar yıpratabilir çünkü,siyaset felsefecisi Philip Pettitin öncüsü olduğu bir kavramı kullanırsak, bu sizi bir başka grup insanın "tahakküm"ü (dominance) altına sokar
Aklı bir kenara bırakıp insanları etkilemek için daha düşük özelliklere başvurduğumuzda daha düşük ve ucuz insanlar yaratıyoruz Josef; sorun burada yatıyor. İşe yarayan bir şey istediğini söylediğinde duyguları etkileyen bir şey istediğinden söz ediyorsun. Bu konunun uzmanları var zaten! Kim onlar? Rahipler tabii ki! Onlar insanları etkilemenin sırlarını biliyorlar! İlham veren müziklerle onları yönetip yönlendiriyor, yüksek çan kuleleri ve geniş ibadet alanlarıyla bizi cüceleştiriyor, boyun eğmeye teşvik ediyor , bize ilahi rehberlik, ölümden korunma, hatta ölümsüzlük vaat ediyorlar. Peki bunun bedeli nedir ? Dini kölelik; zayıflara hürmet, eylemsizlik , bedenden, zevklerden ve bu dünyadan nefret. Hayır, bu yatıştırıcı ama insani olmayan yöntemleri kullanamayız! Akıl gücümüzü keskinleştirmenin yollarını bulmalıyız.
"Ama aramızda önemli bir fark var. Ben sizin için felsefe yaptığımı söylemiyorum Doktor; oysa siz, sizi motive eden şeyin bana yardım etmek, ağrımı dindirmek olduğunu söylüyorsunuz. Bu türden iddiaların insan motivasyonuyla hiçbir ilgisi yoktur. Tüm bunlar dini, propaganda yoluyla işlenen kölelik mantığının bir parçasıdır. Güdülerinizi daha derinlerde arayın! Hiç kimsenin tamamen başkaları için asla bir şey yapmadığını anlayacaksınız. Tüm eylemler kişinin kendisine yöneliktir, tüm hizmetler kendisine hizmettir, tüm sevgiler kendisine olan sevgisidir."
"Ümit mi? Ümit kötülüklerin en büyüğüdür!" Nietzsche haykırıyordu artık. "Insanca, Pek İnsanca adlı kitabımda, Pandora'nın kutusu açıldığında ve Zeus'un oraya yerleştirdiği kötülükler insanların dünyasına saçıldığında hiç kimsenin farkında olmadığı son bir kötülük kalacak; o da ümittir, demiştim. O zamandan bu yana insanlar o kutunun ve içindeki ümidin iyi bir şey olduğu yanılgısı içindeler. Ama Zeus'un insanın eziyet çekmeye devam etmesi arzusunu unutup gittik. Ümit kötülüklerin en büyüğüdür çünkü eziyeti uzatır."
Parasını hiç saymazdı. Kitabı yerine bıraktı. "Belki bütün sıkıntılarının sebebi bu. Belki paranın kendisi değil de sayısı önemlidir. Insanların yaşamasında önemli olan, ayrıntılar değil mi? Ayrıntısız yaşayan yalnız bitkiler. Azotlu, sulu, klorofilli, güneş ışıklı bir yaşama. Biraz da hayvanlar. At, aşacağı kısrak topalmış, kemikliymiş aldırmaz. Gene de yem yediği ahırın, çifte koşulduğu tarlanın yolunu ayırır. Köpekler, görmeye alışmadıkları bir çeşit giysi giymiş insana havlarlar. Ya insanlar? Onların yaşamasında her şey ayrıntı. Önemli olan yemek değil, yenecek yemeğin çeşididir; giysi değil, giysinin çeşidi; ayakkabının çeşidi. Günlerin adı bile... Belli günlerde belli yaşamaları vardır. Pazar günleri pazarlık yaşamalarını kuşanırlar, çarşambaları çarşambalık! Hep ayrıntılar! Paranın sayısı gibi.