Özgürlüğün devletsiz, devletinde güvenliksiz olmadan ilerleyemeyeceğini varsaydığımızda; güvenlik-özgürlük dikotomisinde gerilim hattı oluşuyor. Peki bazı ülkeler dünyanın en zengin ülkelerine dönüşürken, hemen yanıbaşındaki komşularının despotik, fakir bir ülke olarak kalması bir ironi midir? Her toplumun kendi dinamikleriyle yoğrulduğu, kendi tarihsel katmanlarından büyüdüğünü kabul edersek, bazı ülkeler ve bazı halklar bir şeyleri, başkalarından daha farklı yapıyor demektir. Bunun adı demokratikleşmek midir? Yazarlarımıza göre ''evet''. Demokratik kurumlar inşa etmeden ülkeler ya despotik leviathan ya da namevcut leviathan, veyahut demokratikleşmiş toplumlarda ''prangalanmış leviathan'' diye sınıflandırılıyor. Devletin kurumsal kapasitesi artırılmadan, aynı zamanda toplumsal hak ve taleplerde bir uzlaşıya gitmeden refah ülkesi olmak imkansız gibi görünüyor. Devletin ve toplumun gücü birbirine düşman değil, iş birliği içinde büyümesi vatandaşlarını ''dar koridor''a sokuyor. Bu koridor dünyanın en zengin ve refah ülkelerin bulunduğu koordinat. Maalesef ülke olarak bu koridora girmek için her yönden gelişime ve eğitime ihtiyaç duyduğumuz aşikar.
Kitap siyaset-ekonomi-hukuk gibi birbirinden bağımsız üç alanın, aslında nasılda ilişkili olduğunu göstermesi açısından inanılmaz bir perspektif sunuyor.