Şimdilerde faşizmin adından söz edilmese de küreselleşme denilen olgu; liberal - demokratik çizgide,-baktığınızda gülümseten ayna zihni gibi- zayıf birey ve toplumları ezmektedir.
Birliktelik değil, sakınma ve ayrılma, çağımızın megapollerindeki başlıca hayatta kalma stratejisi haline gelmiştir. Komşuları sevmek ya da onlardan nefret etmek artık mesele değildir. Komşulardan uzak durmak bu ikilemin icabına bakacak ve seçim yapmayı gereksiz kılacaktır; sevme ve nefret etme arasında bir tercih yapılmasını gerektiren durumları bertaraf etmemizi sağlayacaktır.
Gümrük vergileri konusunda çok şey bilmiyorum; ama şunu biliyorum ki, mamulleri yurtdışından aldığımızda, mamulleri biz alıyoruz, parayı yabancılar. Mamulleri yurtiçinden aldığımızda, hem mamuller hem de para bizde kalıyor.
Dünya Ticaret Örgütü, Amerika Birleşik Devletleri'ni politikalarını değiştirmeye zorlamayı başarmış tek uluslar arası kurumdur; ABD'nin vergileri ve çevre politikalarına ilişkin konularda bunu başarmıştır.
Sanayi Devriminin başlangıcında, dünyanın en zengin ve en fakir bölgelerindeki fark 2:1 oranındaydı. Bugün aynı oran 20:1"dir. En zengin ve en fakir ülke arasındaki fark 80:1 civarına yükselmiştir.
Afrika ve Latin Amerika"nın fakir ülkelerine ABD veya İsveç kurumlarını hedeflemeleri gerektiğini söylemek gelişmenin tek yolunun gelişmek olduğunu söylemeye benzer.
Artık sadece küreselleşme var. Dünyanın sahibi de artık ülkeler değil, uluslar üstü şirketler! En zengin üç kişinin servetinin, en fakir kırk sekiz ülkenin toplam servetine eşit olduğu bir dünyadan bahsediyorum.
Küreselleşmenin en büyük sembolleri ve vaatlerinden olan sınırların kaldırılmasının yerini, artık patlama noktasına gelen bir sınır gözetleme endüstrisi almıştır ( optik tarama ve biyometrik kimliklerden tutun, Boeing ve diğer şirketlerden oluşan bir konsorsiyumun 2,5 milyar dolar bütçe çıkardığı, Meksika ile ABD arasındaki sınırda yapımı planlanan bir ileri teknoloji duvarına kadar.)