Yirmi birinden sonra herkes gibi, bir cami, kilise, tapınak, havra ve büyücüye gitmediğin doğrudur ancak bahtını merak edip fal baktırdığında doğrudur.
Nazım, Münevver'de bulduğunu Piraye'ye yakıştıramadı. Piraye hiçbir kadının varlığına benzemeyen ruhu ile esir etmişti Nazım'ı. Aşkından vazgeçmedi. Piraye'nin saygısının altında ezildi Nazım.
Kendinde dönüştürmen, törpülemen gereken karanlıkların, görmen gereken kibrin ve öfken varken, iki elinle kendi karanlık toprağına dalmadan olmayacak. Önce bir yüzleşeceksin kendinle, ayna olacak etrafında her şey sana.
Olayların nasıl geliştiğini görmemeni affettirecek bir özrün yoktu. Bana niçin yazmadın? Korkaklık mıydı? Aldırışsızlık mıydı? Neydi? Sana öfkelenmiş ve bu öfkemi belirtmiş olmam, yazmamanı değil, aksine yazmanı gerektirirdi.
Şimdi biraz anlamaya başladın mı? Hayal gücün derin uykusundan uyanıyor mu? Nefretin ne olduğunu zaten biliyorsun. Sevginin ne olduğunu, nasıl bir şey olduğunu sezebiliyor musun?
...Temkinli! Ben temkinli olabilir miyim? Gerilemek olur bu benim için. Ben gidebildiğim kadar ileri gitmeliyim... Daha ileriye gidemiyorum... Bir şeyler, başka bir şeyler olması gerek.
"Hindistan'da eski bir deyiş vardır; 'Bizler spiritüel bir deneyim yaşayan insanlar değiliz. Biz insani deneyim yaşayan spiritüel varlıklarız.' Ben şimdi evrendeki rolümü anlıyorum. Ne olduğumu görüyorum. Artık dünyada değilim. Dünya benim."