İnsan gökyüzüne bakınca hissedebiliyor yakınlarda bir yerlerde tek başına ağlayan kadınların varlığını.
🎴
Kuşların uçuşundan, bir çocuk parkı ıssızlığından...
🕊️
Bir şeylerin yanlış gittiği duygusu; ajansların yazmadığı, kalbimizi meşgul eden, aklımızı yoran…
Fatma Aliye’den okuduğum üçüncü eser ve beni her okuyuşumda kendisine daha da hayran bırakıyor.
Refet’i de çok sevmiştim ve bu eserinin bir kısmında Refet’in sözü geçmesi beni çok mutlu etti.
Bedia çocukluğundan beri musikiye ve enstrümanlara ilgili bir kızdır (Babası da aynı şekilde) ve bu ilgi ve yeteneğini o yaşlardan itibaren babasının da verdiği destekle ilerleterek herkesin imrendiği, hayranlık duyduğu bir Udi olmuştur. Ailesi ve çevresi tarafından çok sevilen ve el üstünde tutulan Bedia için yıllar sonra evlilik vakti gelir. Çünkü babası Nazmi bey hastalanır ve kızının mürüvvetini görmek ister.
Bu harikulade başlayan hikaye, maalesef Bedia’nın evliliği ile tam tersine dönmeye başlar ve severek evlendiği Mail, Bedia’yı dayanılmaz acılara, ihanetlere, kederlere mahküm eder. Beni en çok etkileyen ise Bedia’nın bu ihaneti öğrenme şekliydi Bir kadının kaldıramayacağı ne kadar şey varsa yaşadı kadıncağız.
Bu ihaneti kaldıramayan Bedia kocasını terk ederek abisinin yanına yerleşir.
Yolun sonunda İstanbul’a yerleşen ve çeşitli sebeplerle (ayrıntı spoiler olurdu yazmak istemedim) yeğeni Mihriban ve emektar yardımcıları Rüstemi yanına alan Bedia, tek başına ayakta kalmaya, para kazanmaya mecbur olur. Bunu nasıl yapar dersiniz. Tabi ki uduyla. Küçüklüğünden beri can yoldaşı, sırdaşı, udu, şimdi ona ekmek kapısı olur.
Bir kadının maddi özgürlüğünün ne kadar önemli olduğunu bir kez daha yüzümüze çarpan Fatma Aliye’yi minnetle anıyorum. Böyle yazarlarımız olduğu için ne kadar şanslıyız.
Mutlaka okuyunuz.
UdiFatma Aliye Hanım · İş Bankası Kültür Yayınları · 2022768 okunma
En güzel şiirler;
Necip Fazıl: Canım İstanbul
İsmet Özel: Münacaat
Nurullah Genç: Rüveydâ
Ömer Lütfi Mete: Gülce
Abdurrahim Karakoç: Mihribân
Sezai Karakoç: Mona Roza
Şükrü Erbaş: Ömür Hanım
Cahit Zarifoğlu: Sultan
Tarık Tufan: Anna
... On iki yaşındaki kızcağız on beş yaşındayken dünyaya çocuk getirdi. Ancak ondan sonra kaç defa hamile kaldıysa da çocuğunu rahminde barındıramayıp düşürdü. Hekimler işin aslını incelemediklerinden hanımın rahminde tedavisi ve düzeltilmesi imkânsız bir sorun olduğuna karar vererek vazgeçtiler. İş ebelere kaldı. Onlar sargılarla falanlarla Mihriban Hanım'ı düşürtmeyip koruyabildilerse de biçare annesi bu kızı doğurduktan sonra lohusa yatağındayken şehit olarak vefat etti. Mevla rahmet eylesin! Böyle şeyler olağandır! Başka ne diyelim?
"Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışım, çözülmüyor Mihriban!"
Hepimiz bu dizelerle biliyoruzdur şairi.
Çoğu defa dinleyip dinleyip dertlendiğimiz bir türkü...
Şairimiz Mihriban'ına yazmış bu şiiri.
Hiç kavuşamadığı o sarı saçlı Mihriban'ına...
Sevip de kavuşamayan şairlerimizin(yazarlarımızın)
Mihriban Hanım, insan psikolojisini bilmekten ziyade karakterinde aşırı derece bulunan kurnazlık ve baskınlıktan alıyordu insanları parmağında döndürmesinin o haz dolu ivme gücünü.