Heyhat! Alafranga bir tarz içinde boğulmak üzere hayallerim. Metafizik çağrışımlara öylesine yabancı kaldım ki... Hastalıklar olmasa belki ölene değin özlemini çekeceğim metafizik gerilimlerin. En son, geçirdiğim anterit ruhumu mâveraya kanatlandırmıştı. O gün bugündür elle tutulanların dünyasında yaşıyorum. Ölmeden önce ölümü, ruh ve beden ikilisi açısından gerektiği biçimde düşünemiyorum. Halbuki bu "hal" Mikâil ustadan bana emanettir. Öyle bir emanet ki kurtuluşunu saklıyor kendisinde.
Kâgir bir binanın içinde sonsuzluğun kapılarını arıyorum. Lakırtılar arasında ve baştanbaşa efkârlı. Değirmen habire dönüyor ve öğütüyor. Kim bilir bana ne zaman sıra gelecek? Keşke bir mekkâreci, bir hamal, Mikâil usta gibi bir boyacı olsaydım ama aralayabilseydim sonsuzluğun kapısını. Pütürlü bir yüzüm, kısacık bir boyum olsaydı yeter ki duyabilseydim ötenin kokusunu.
Bütün pisliklerin lânet mutfağı
Çağdaş bir TEPEGÖZ Ben-i İsrail...
Avcısı toplasın attığı ağı,
Ötsün artık ötsün Sûr-i İsrafil
Ey rızık meleği tümcü Mikâil,
Yağmur ver, arıtsın bu kirli çağı!..
28.09.2001
Selçuklulara kendi adını veren kahraman Dukak'ın oğlu, Timuryalığ (Timouryaligh) yani Demir yay lakabını taşıyan Selçuk, Oğuzlardan Kınık kabilesinin reisi yahut ehemmiyetli bir azası idi. Selçuk, 985'den evvel kabilesiyle beraber, Guz kabilelerinin büyük kitlesinden ayrılarak, gelip Sir Derya'nın sağ sahilinde, Cend taraflarında, bugünkü Pérowsk civarında çadır kurdu. Oğullarının adından - Mikail, Mûsa, İsrail- kendisinin Nasturi dininde olduğu istintac edilmek isteniyor. Bu tamamen esassız bir faraziyedir. Zira mukaddes kitaplarda geçen bu adlar, aynı zamanda Müslüman adlarıdır ve çok kuvvetle muhtemeldi ki Selçuk'un kabilesi, Samani idaresindeki Maveraünnehir hudutlaında yerleştikten sonra eski Türk-Moğol Şamanlığını İslâmiyet lehine terke mecbur olmuştur.
Bu devir, Maveraünnehir'de İranlı Samaniler sülalesinin, Isıkgöl ve Kaşgarya'daki Türk Karahanlılar sülalesine karşı kendisini güçlükle müdafaa ettiği bir devir idi. Selçuklular mahirce bir şekilde kendi ırkdaşlarına karşı İranlı hükümdarın tarafını tuttular.
"Resûlullah ﷺ Cebrail (aleyhisselam'a) sordu: Neden acaba Mikail'i, hiç gülerken görmüyorum?!"
Cebrail şöyle cevap verdi:" Mikail, ateş/cehennem yaratıldığından beri hiç gülmedi."
Denildi ki: İblis, mâruz kaldığı felâkete uğradığı zaman Cebrail ile Mîkâil (a.s.), ağlamaya başladılar. Cenâb-ı Hak onlara vahy göndererek:
- Siz ikiniz neden ağlıyorsunuz?
Dediler ki:
Yârab! Biz senin mekrinden (azâbından) emin değiliz Bunun üzerine Cenâb-ı Hak: işte böyle olunuz benim mekrimden Emin olmayınız buyurdu
Zaman insan için işliyordu. İnsan dışında bir varlığın kolunda saat taşıdığını görebilir misiniz? Hiç Mikail, Azrail'e benim saatim durmuş, saat kaç acaba, diye sorar mı? Mikail, seninle saat üçte Venüs'te bulaşabilir miyiz, der mi bir melek başka bir meleğe? Ben hiç duymadım. Zaman, insan için işliyordu ama beri yandan insanın içine de işliyordu. Ruhuna ve bedenine.
İnsan olmanın başka bir farkı da içinden konuşmaktı. Kediler miyavdan başka kelime bilmez ama içlerinden de konuşamazlardı. İnsansa, hayatının çoğu kısmında içinden konuşurdu. Dalıp giderdi. Uzaklara. Bazen çok uzaklara. Çocukluğundan öteye. Ölümünden sonra olacakları bile düşlerdi. Bazen de çok yakındaki bir olaya dalardı. Bir söze. Bir olaya. Bir incinmeye. Kendisiyle konuşur; kendisini, başkalarını, hayatı değerlendirir, ölçer, biçerdi. Hayatı üzerine düşünür, kararlar alır, kararsız kalırdı. Kendi kendine söylenirdi. Ağır laflar söylerdi insanoğlu kendine, başkalarına, hayata. İçinden. Sessizce. Kaygılar taşırdı. Kimsecikler bilmeden, anlamadan. Takdir eder. Beğenir. Tasarılar yapar. Tasvir eder. Biçimlendirirdi. Sessiz sedasız yaşardı çoğunlukla insan. İçinde fokur fokur kaynayarak. Sessizce duran bir kedi sessizce duruyordu ama sessizce duran bir insan sessizce konuşuyordu. İçinden. Bir mabedin önündeki sessizliğe bürünerek.